Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
FERDİ (Yeniçeri)
Kanunî devrinin başlarında zerâfeti, inceliği ve fevkalâde güzelliği ile meşhur bir yiğittir. Emekli bir yeniçerinin oğlu olarak İstanbulda doğmuşdu; babasının bunca yıllık hizmetine karşılık bir tâze civan iken Ocağa alınmıştı. Tahsile heves etmiş, ocak an’anesi imkân vermiş, okumuş, şiire heves etmiş, güzellik âşıkı şâirler tarafından iltifat ve teşvik görmüş, adı şuerâ tezkirelerine geçmiştir. Ferdi için “hoş tab’ yiğittir” diyen muasırlarından Sehî Bey, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresine genç yeniçerinin şiirine örnek olarak şu beyti almıştır:
Hiç yerde gökde zerrece yokdur karârımız
Hercâi oldu kevn gibi çün mihribânımız
Yine o asırda yaşamış muharrirlerden Kastamonulu Lâtifi, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinde: “Nevcivan ve nevheves iken ölen Yeniçeri Ferdi şiir ile hayli iştihar ve itibar bulmuşdu” diyor ve tezkiresine onun şu beytini alıyor:
Benim mâhı siyehçerdem giyer bir şebkülâh eğri.
Anınçün bâşımın üstünde olur dûdi siyeh eğri
Ve bir gün bir kalenderin genc ve güzel yeniçeriye lâtife yollu söylediği şu beyti kaydediyor:
Yalnızlık bir Allâha yaraşır
Gel ey Ferdi seninle çift olalım
Genc yaşında ölen Yeniçeri Ferdinin adı İstanbulun rindler âleminde asırlar boyunca unutulmamış, bu yeniçeri güzelinin hâtırası etrafında pitoresk bir şark zev...
⇓ Read more...
Kanunî devrinin başlarında zerâfeti, inceliği ve fevkalâde güzelliği ile meşhur bir yiğittir. Emekli bir yeniçerinin oğlu olarak İstanbulda doğmuşdu; babasının bunca yıllık hizmetine karşılık bir tâze civan iken Ocağa alınmıştı. Tahsile heves etmiş, ocak an’anesi imkân vermiş, okumuş, şiire heves etmiş, güzellik âşıkı şâirler tarafından iltifat ve teşvik görmüş, adı şuerâ tezkirelerine geçmiştir. Ferdi için “hoş tab’ yiğittir” diyen muasırlarından Sehî Bey, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresine genç yeniçerinin şiirine örnek olarak şu beyti almıştır:
Hiç yerde gökde zerrece yokdur karârımız
Hercâi oldu kevn gibi çün mihribânımız
Yine o asırda yaşamış muharrirlerden Kastamonulu Lâtifi, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinde: “Nevcivan ve nevheves iken ölen Yeniçeri Ferdi şiir ile hayli iştihar ve itibar bulmuşdu” diyor ve tezkiresine onun şu beytini alıyor:
Benim mâhı siyehçerdem giyer bir şebkülâh eğri.
Anınçün bâşımın üstünde olur dûdi siyeh eğri
Ve bir gün bir kalenderin genc ve güzel yeniçeriye lâtife yollu söylediği şu beyti kaydediyor:
Yalnızlık bir Allâha yaraşır
Gel ey Ferdi seninle çift olalım
Genc yaşında ölen Yeniçeri Ferdinin adı İstanbulun rindler âleminde asırlar boyunca unutulmamış, bu yeniçeri güzelinin hâtırası etrafında pitoresk bir şark zevki ile mâcerâ hikâyeleri yazılmış ve bu hikâyeler meddahların ağzında ballandırılarak anlatılmıştır. Onsekizinci asır muharrirlerinden Nergisî Efendi “Meşak-ul Uşşak” adındaki meşhur eserinde Yeniçeri Ferdi üzerine şu maâerâyı naklediyor:
“Zamanının Yeniçeri Ağası emri altındaki ocağın neferlerinden genç ve güzel şâiri kendisine nedim ve müsâhip edinmek istemişti, bir gece mahremlerinden biriyle işret ederken:
— Varalım Ferdiyi alalım, bize gazel ve kıt’a söyleyip ruhumuza cila versin!.. diye kalkmış, tebdili kıyafetle Gökturna adındaki meşhur atına binmiş ve o mahrem arkadaşı ile beraber Ferdinin evi semtine varmıştı. Ferdinin babası yağız çehreli uzun ak sakallı, âdem ejderhası misâli bir ihtiyar askerdi; yeniçeri ağasının arkadaşı ihtiyarın elini öpmüş:
— Mahdumunuz Ferdi Çelebiyi Ağa hazretleri dünyâ ve âhirette oğul edinmek ister, edep ve erkânına ve hüsnü ânına meftun olup çırağ edinmek ister, ocağımız hakkı ve pirimiz Hacı Bektaşı Veli rûhâniyeti için ihsan edin, şimdi alıp Ağa hazretlerine götüreyim... demiş.
Babası tarafından izin verilen Ferdiyi alarak köş başında beklemekte olan Ağaya götürmüş, Ağa da onu Gökturnanın terkisine bindirerek sürûr içinde menziline dönmüşdü. Ve o gece sabaha kadar bâdenûş olup saz ve söz ve köçek seyri ile felekden gereği gibi kâm almıştı.
Meğer o yeniçeri ağası gencliğinde pâdişah sarayının zülüflü iç oğlanlarından imiş, pâdişahın gözde nedimi imiş, sandığında mücevherli bir altın kemer varmış ki Âli Osman Pâdişahına Acem şâhı tarafından hediye edilmiş, pâdişah da gözdesi olan o ağaya hediye etmiş. Ağa hazretleri o gece rindâne ve âşıkaane biri öbüründen güzel gazeller okuyan Ferdiden o kadar hoşnud olmuş ki o muhabbet gecesinin sabahı hükümdarlar yâdigârı bu kıymetli kemeri Ferdinin beline bağlamış.
Ertesi gün delikanlı çarşı ve pazarda belinde bu mücevherli kemerle dolaşmış, kışlaya da onunla gitmiş, fakat kışlada yoldaşları etrafını almışlar:
— Bre Ferdi, bu ne haldir?!... Bu kemer cihanını mâlûmu olup pâdişahımıza Acem Şâhı tarafından gönderilmiştir, o da ağamız olacak ayyaş herife vermişdir, böyle bir mûteber yâdigârı belinde taşıyabilmek için sen kim olursun?!.. Bu kemer senin beline dolanmış mücevherden bir ejderhadır! Senin gibi şâir bir gence böyle sefihlik yaraşmaz!.. Çıkar o kemeri belinden ve götür babalığın olacak o herife ver!.. diye azarlamış ve zorlamışlar.
Ferdi de mücevherli kemeri götürmüş Yeniçeri Ağasının önüne atmış:
— Böyle babalık olur mu?... kendi malın olmayan kıymetli bir yâdigârı başkasına nasıl verirsin, kışlada yoldaşlarımın arasında rezil oldum, al hediyeyi başına çal, gayri ben sana ne oğul, ne de nedîm ve müsâhip olurum!.. demiş ve hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Delikanlının bu halinden fevkalâde müteessir olan Yeniçeri Ağası:
— Ferdi!.. sen melek gibi güzel ve melek gibi saf ve temizsin!.. şâirsin, bir hükümdarın diğer bir hükümdara hediye ettiği bu kemeri elbet ki taşımaya lâyıksın... seni dilleri ile zehirleyen yılanları bana söyle, şu anda hepsinin kafasını ezeyim!.. demiş.
Ferdinin kırık gönlünü tâmire muvaffak olan Ağa onu Beşiktaşda bir gülistana götürmüş, denize karşı bir işret sofrası kurulmuş, ve tamam üç gün üç gece sâkiler kadeh döndürmüşler.
Beri tarafda yeniçeriler bakmışlar ki ağaları görünmez, meydan bizimdir demişler, yahudi mahallesini yağma etmişler. Ağanın dostları bre aman diyerek Beşiktaşa koşmuşlar, fakat görmüşler ki Ağa kendinden geçmiş, sızmış yatar. Kmi eline, kimi ayağına yapışıp denize sokmuş çıkarmışlar, yine ayılmamış. Derken semâdan inen yıldırım gibi Bostancıbaşı gelmiş, Ağayı kayığına koyup götürmüş ve o hâliyle pâdişahın huzuruna çıkarmış, gazaba gelen pâdişah da Yeniçeri Ağasını hemen cellâda vermiş...”
Nergisî Efendi şatafatlı ve tantanalı üslûbu ile Yeniçeri Ferdi üzerine bir menkıbe daha kaleme almıştı; eski Yunanistanın trajedi muharrirlerinin muhayyilesi ile yazılmış garip bir fâciadır, Yeniçeri Ferdinin ağzından şöylece nakledilir:
“Pek sevgili bir arkadaşım vardı, benden iki yaş büyüktü, ekseriya beraber gezer dolaşırdık, ülfet ve muhabbetimiz dâima letâfet ve nezâket içinde geçerdi. Bir gün:
— Ferdi, seninle Müderris Köyü taraflarına teferrüc ve seyrana gidelim!.. dedi.
Teklifini kabul ettim, sabahleyin erkenden atlarımıza bindik, kale kapusundan çıktık, sahralar temâşâ ederek, zamana ve yere münâcib şiirler okuyarak Müderris Köyüne gittik. Arkadaşım o civarda seyredilmeğe değer bir mağara bulunduğunu söyledi:
— Varalım o mağarayı da görelim!.. dedi.
Fakat mağaraya girer girmez hâli ve tavrı birden değişti, gözlerinin ışığı, bakışı başkalaştı, derhal anladım ki, tecennüm etmiştir. Firar etmek istediğimde yoluma geçdi, belinden hançerini çıkarıp göğsüme dayadı:
— Ferdi!.. Ben sana mecnun misâli âşıkım, kara sevdâ dedikleri derd benim başımdadır, Mecnunun Leylâsı bir kızdı, sen ise erkeksin, güzel olduğun kadar da mâsumsun ve temizsin, güzelliğine revnak veren de senin ismetin ve iffetindir... sana el süremem, benim için en büyük lûtuf ölmek ve hem de senin elinde ölmektir, haydi Ferdi, hançerini çek ve beni öldür, sen beni vurmaz isen ben hem sana, hem de kendime kıyacağım, iki mâsum kanı birden dökülmesin!.. dedi, ağlamaya başladı.
Ben de ağlayarak ayaklarına kapandım:
— Ey benim refîki azizim efendim, bana kıyma, gencim, gençliğime doymadan öldürme ve benim elimi daha senin kardeşimden ileri arkadaşımın kanı ile kızartma! Dedim.
— Kalk ve dediğimi yap, zira ki, sabrım kalmadı!.. diye bağırdı.
Baktım ki, halâs yokdur, hançerimi çekerek mecnun arkadaşımı kalbinden vurup öldürdüm, sonra ben dahi deli gibi Müderris Köyüne giderek vakayı köylülere naklettim, sözlerime inanmadılar, yakalayıp Ocağa teslim ettiler. Mağarada öldürdüğüm arkadaşımın koynundan bir mektup çıktı, o günkü mâcerayı evvelden tasarladığı için olduğu gibi yazmış, bu mektup mâsum olduğumu isbat etti ve beni siyasetten kurtardı, fakat o günden beri bir can ejderi içimi kemirmektedir ve bana bu dertten halâs olmak yoktur.”
Nergis’ Efendi bu müthiş fâciayı Yeniçeri Ferdinin genç yaşında ölümü sebebini bir vicdan azabına bağlamak için yazmış olacaktır. Halbuki yine onsekizinci asırda yaşamış namlı meddahlardan Şehlâ Hasan Çelebi, güzel yeniçeri neferinin ölümünü Nergisî gibi vahşi ve sapık bir sevgi sonunda değil, mûnis ve tabiî bir aşk hikâyesi içinde anlatıyor:
“Aksarayda Muradpaşa Hamamının karşısında Cevizli Konak denilen saray yavrusunda oturur Gülyağı Abdi Çelebinin dâridünyada bir dâne ve güzellikte müstesnâ Hayâl Banû adında bir kızı vardı.
Güzel delikanlı bir gün arkadaşları ile Muradpaşa Hamanına gider. Başında ak keçeden yeniçeri börkü, börkünün kaşıklığına altın yaldızlı turna telleri sokulmuş, sırtında beyaz üstüne al çubuklu bürümcük gömlek, ak kadife zıbbın ve sırma işlemeli al çuhadan cebken, belinde şal kuşak, kuşağında gümüş kabzalı yatağan bıçak, kuşağın üstünde mücevherli kemer, kemerinde kabzası mercanlı hançer, al çuhadan sırma işlemeli kısa diz çağşırı ve baldırlarında tozluklar, ayaklarında kırmızı sahtiyan filâr, şehbâzâne reftar ile hamama girerken şöyle bir dönmüş, can alıcı gözlerle Cevizli Konağa bakmış ve kafes ardından sokağı temâşâ eden Hayâl Bânuyu o anda ateşi aşkına yakmış. Kız bu âfeti devran çocuğun hamamdan çıkmasını beklemiş. Yeniçeri Ferdiyi bu sefer de gül gül olmuş yüzü ile görünce, büsbütün çileden çıkmış, divâne olmuştu.
Gülyağcının kızı mahbubunun Yeniçeri Ferdi olduğunu öğrenince ser verir sır vermez emektar bir ayvaz ile oğlana bir aşk nâmesi gönderir, genç şâir de yüzünü görmediği kıza nâmesinden âşık olur. Kızın mahremi dadısı meseleyi anasına söyler, anası da kocasına açar. Fakat Gülyağcı Çelebi hemen parlar.
— Yençeri ağasına gülistanda sâkilik eden, küstahlık idüb belinde mülûkâne kemer ile dolaşan ve refikini mağarada katleden oğluna kız vermem!.. der.
İkinci bir engel de ocak tüzüğü olmuştu, yeniçeriler ocaktan emekliye ayrılıncaya kadar evlenemezlerdi ;genç Ferdinin ocaktan ayrılmasına imkân yoktu, bir kız için yeniçeriliği bırakması ocağa hakaret sayılır ve oğlan ortası yoldaşları tarafından katledilirdi. İkisi de aşk hastası olup yatarlar ve gün günden sararıp solarlar. Nihayet imdada bir hintli tabib yetişir, kızla oğlana bir macun yediri, ikisi de aynı günde ölürler. Acı haber İstanbulda yayılınca herkes gözyaşı döker, sevgililer yanyana iki kabre defnedilir. Gömüldüklerinin üçüncü gecesi Yeniçeri Ferdinin üç mahrem arkadaşı birer kat kadın ve erkek çamaşır ve esvabı alıp mezarlığa giderler, evvelâ kızın kabrini açarlar, yine o hintli tabibin verdiği bir ruhu koklatırlar, Hayâl Banu bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerini açar, verilen çamaşırları, esvabı, ferâcesini giyer, yaşmağını sarar. Sonra Ferdinin kabrini açarlar, fakat hayat iksirini koklatacakları sırada ruh şişesini elinde tutan şişeyi düşürür, kırar, ruh da toprağa dökülür, uçar. Bre medet diyerek hekimin misafir kaldığı hana koşarlar, hancı:
— Molla Cevadı mı sorarsınız? Dün gemiye bindi ve İstanbul’dan bir semti meçhule gitti... der.
Ferdinin arkadaşları yakalarını yırtarak perişan bir halde mezarlığa dönerler ve bu kara haberi Hayâl Bânuya söylerler. Kız da bir âh çekerek Ferdinin nâşına kapanır ve ölür. Bu sefer her ikisini aynı kabre, koyun koyuna tekrar defnederler.”
Yeniçeri Ferdi
(Resim: S. Bozcalı)
Theme
Person
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM100822
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Sabiha Bozcalı
Description
Volume 10, pages 5657-5660
Note
Image: volume 10, page 5657
Theme
Person
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.