Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
FÂİK BEY (Erenköylü)
İkinci Sultan Abdülhamid devrinde vâliliklerde bulunmuş bir müşirin (mareşalin) oğlu, bir İstanbul Beyefendisi, ataşemiliter iken bir âile fâciası karşısında tecennün etmiş ve ömrünün büyük bir kısmını hürmetle kaydedilecek asîl bir cinnet içinde geçirmiş bir zât; R.E. Koçu soyadını ve paşa babasının adını gizleyerek bu muhterem zâtin hayatını Hergün Gazetesinde “Fıstık Yağı” ve “Roman” başlıklı iki yazısında şöyle anlatıyor:
“Bütün servetini hasta ve fakir gençlere selsebil eden şefkat timsali bir deliydi. İlk tanıdığımda yaşı yetmişine yakındı. Her sabah Erenköyündeki muhteşem köşkünden çıkar, birinci mevki abmone karneleriyle üçüncü mevki vagonlarda iki üç sefer Haydarpaşaya gidip gelir, sonra vapura biner, yine birinci mevki biletle ikinci mevkide köprüye geçerdi. Sevimli ve gayetle şık bir ihtiyardı; nereye gitse hürmet telkin ederdi. Trenlerin tahtalı vagonlariyle vapurların güvertelerinde ve tahta kanapeli kamaralarında, cinnet ışığı insanı korkutmayan gözleri, hasta benizli, öksüren, çelimsiz, nahif yapılı yahut üstü başı dökük, yalınayak yarım pabuçlu gençler arar ve her seferinde muhakkak aradıklarından birini bulur, harikulâde bir zerâfetle yaklaşıp konuşur ve muhâtabına tasarladığı yardımı yaptıktan sonra onu hayretler içinde bırakarak uzaklaşırdı.
“Esvap alır, kundur...
⇓ Read more...
İkinci Sultan Abdülhamid devrinde vâliliklerde bulunmuş bir müşirin (mareşalin) oğlu, bir İstanbul Beyefendisi, ataşemiliter iken bir âile fâciası karşısında tecennün etmiş ve ömrünün büyük bir kısmını hürmetle kaydedilecek asîl bir cinnet içinde geçirmiş bir zât; R.E. Koçu soyadını ve paşa babasının adını gizleyerek bu muhterem zâtin hayatını Hergün Gazetesinde “Fıstık Yağı” ve “Roman” başlıklı iki yazısında şöyle anlatıyor:
“Bütün servetini hasta ve fakir gençlere selsebil eden şefkat timsali bir deliydi. İlk tanıdığımda yaşı yetmişine yakındı. Her sabah Erenköyündeki muhteşem köşkünden çıkar, birinci mevki abmone karneleriyle üçüncü mevki vagonlarda iki üç sefer Haydarpaşaya gidip gelir, sonra vapura biner, yine birinci mevki biletle ikinci mevkide köprüye geçerdi. Sevimli ve gayetle şık bir ihtiyardı; nereye gitse hürmet telkin ederdi. Trenlerin tahtalı vagonlariyle vapurların güvertelerinde ve tahta kanapeli kamaralarında, cinnet ışığı insanı korkutmayan gözleri, hasta benizli, öksüren, çelimsiz, nahif yapılı yahut üstü başı dökük, yalınayak yarım pabuçlu gençler arar ve her seferinde muhakkak aradıklarından birini bulur, harikulâde bir zerâfetle yaklaşıp konuşur ve muhâtabına tasarladığı yardımı yaptıktan sonra onu hayretler içinde bırakarak uzaklaşırdı.
“Esvap alır, kundura alır, kış ise palto alır, cep harclığı verir, o zamanın meselâ Âkil Muhtar ve Neşet Ömer gibi tanınmış büyük doktorlarını yakından tanıdığı için, muâyene ve tedâvileriyle uğraşır, yazılan ilâçları temin eder, şefkatini ve merhametini istismara kalkan serseri ve haşarat gürûhundan bile koruyucu elini çekmez:
— İnsandır efendim, çıplak gördüm, giydirdim, satmış, yine çıplak, kabahat bende, caket ve kunduradan daha mühim bir ihtiyacı varken onu sormamışım!. derdi.
“Giydirip kuşattığı bir hâneberduş oğlana da şöylece hitap ettiğine şahit oldum:
— Oğlum... dedi, biliyorum ki, bunları satacaksın, satarsan başkasına satma, bana sat... başkasına bir defa satarsın, sırtından çıkarıp alır, ben almam, bana bunları belki üç dört defa satarsın!..
“Oğlanı savdıktan sonra arkasından bakıp gülümseyerek:
— Ayağı kunduraya ve sırtı cekete alışırsa artık eski çapkınlığına kolay kolay dönemez!.. dedi.
“Yelek ve ceket cepleri küçücük şişelerle dolu idi, şişelerde kendisi tarafından istihsal edilmiş çam fıstığı yağı vardı; acı acı öksüren garipleri gördü mü, hemen bir şişe fıstık yağı verir:
— Sabahleyin yataktan kalkar kalkmaz bu yağdan bir yudum iç... Gece yatarken de bir yudum iç... Öksürüğü derhal keser, rahat edersin evlâdım! Derdi.
“Yollarda tanıyıp orta mektepten üniversiteyi bitirinceye kadar tahsillerine yardım ettiği çocukların, gençlerin sayısı belki yüzden fazladır...
“Bu iyi adama niçin deli dedim?
“Meselâ, gaayet cidd ibir edâ ile:
— Dün gece bizde yine bir toplantı vardı! Derdi.
— ....
— İmam Gazâlî, Şeyh Sâdi, Pastör, Süleyman Çelebi, Edison, ulemâdan, hükemâdan belki seksen kişi toplandılar, pek revnaklı bir meclis oldu...
— .....
— Şu kâğıdı hiç açmadan yüzünüze gözünüze sürünüz... Evvelsi gece bendenizi ziyâret lûtfunda bulundular, Mevlânâ Hazretleri verdi, mübârek hatlariyle bir rübâîleri vardır. Gündüz görünmez, ancak seher vaktında açarsanız o nurânî yazı tecelli eder...
— .....
— Müsaadenizle bey oğlum... şu rençber kılıklı gençle biraz konuşayım, öksürüyor, fıstık yağı vereyim...
— ......
— ......
“Müşir.. Paşazâde Fâik Beyefendi ne zaman vefat etti, öğrenemedim...”
R.E. Koçu “Roman” başlıklı yazıda da âile fâciasını anlatıyor:
“Erenköyünün eski köşklerinden biri, ne zaman önünden geçsem, tüylerimi ürpertir; bu büyük ve çok güzel köşkün içinde geçmiş âile fâciasını görür gibi olurum.
“Mareşalin iki oğlu vardı, ikisi de askerdi ve iki kardeş arasında yirmi senelik bir yaş farkı vardı; mareşal öldüğü zaman küçüğü on beş yaşında bir mektebli olarak bırakmış, otuz beş yaşındaki ağabey, babalık vazifelerini de yüklenmiş, bir melek kadar güzel bu çocuğa sonsuz bir şefkat ve sevgiyle bağlanmıştı.
“Harbiye mektebini parlak bir muvaffakiyetle bitirmiş olan genç ve güzel zâbit, İngilizce, Fransızca ve Almancayı ana dili gibi konuştuğu için Harbiye Nezâretinde mühim bir vazifeye tâyin edilmiş, gayet güzel bir kızla evlenmiş, servet, saadet ve şerefli meslek herkesin gıbtasını çekerek birleşmişti.
“Ağabey, Avrupadaki büyük elçiliklerimizden birine ataşemiliter olarak gönderilmişti.
“İki kardeş arasında mektuplaşma, haftanın iş proğramı içine îtinâ ile yerleştirilmiş edebî bir sohbet saati idi.
“Bir yaz günü Harbiye Nâzırı Paşadan izin alan küçük bey, Çanakkale istihkâmlarının ıslâhı hakkında hazırladığı eser üzerinde çalışmak için mûtad vaktından çok evvel köşke döndü ve garip bir tesadüf, geldiğini ihtiyar bahçivandan başka kimse görmedi, sessizce çalışma odasına çekildi ve saatlerce çalıştı.
“O zamanlar elektrik yok, gaz lâmbaları yakılır, güneş batmak üzereyken, aslında çamlar arasına gömülmüş olan köşke bir loşluk çöktü ve genç zâbit elinden kalemini bırakarak koltuğunda biraz dinlenmek istedi...
“Çalışma odası, yatak odasının yanında idi ve her iki odanın birer kapıları da köşkün cephesindeki büyük balkona açılıyordu. Genç adam balkonda iki karaltı gördü, yatak odasından çıkmışlardı, biri karısı, öbürü de dayısı idi. Dayı bey elli beş yaşlarında, gaayet iri yapılı ve haydut suratlı, çirkin bir adamdı. Anasının da övey kardeşiydi. Vücudunu kollarının arasına teslim etmiş olan genç kadının yüzünü, dudaklarını bütün behîmiyyeti ile öpmekte idi...
“Fuhuş şenaatinin bu vedâ sahnesi ne kadar sürdü bilinemez. Köşkün içinde bir silâh sesi gürledi. Dayı bey sırım gibi şerir herifti, balkonun direğinden canbaz çeviklii ile sıyrılıp indi, soluğu sokakta aldı, gelin hanım yatak odasına kaçtı. Ayaklanan köşk halkı küçük beyi çalışma odasında kalbinden ağır yaralı buldular.
“Masanın üstünde iki mektup vardı. Biri bir talaknâme, o zamanın âdetince karı boşama kâğıdı, öbürü de tek bir satırdan ibaretti: “Dayı bey evimize girme yerecektir!..”
“Genç zâbit kaatil olamazdı, beraat etse de asâleti eli kanlı yaşamasına mâni idi. Pisliği temizlemek için boşama kâfi idi, fakat karısını çılgın gibi seviyordu.
“Avrupadan telgrafla çağırılan ataşemiliter ağabey o zamanın vasıtası olan trenle şu kadar günlük yolu uykusuz geçirdi ve evlâdı yerinde sevgili güzel kardeşini yatakta, ancak kapı arasından şöyle birg örebildi. Doktor yarayı sarmış, mutlak sükûn emrini vermişti.
“Âh o zamanın İstanbul terbiyesi!.. Bu emre yalnız köşk halkı değil, bütün muhit itâat etmişti. Çocuklu komşular kışlık evlerine gitmişler, civardan araba geçmiyordu. Ara trenleri Erenköy istasyonunda düdük öttürmüyordu; posta ve marşandiz makinistleri de Erenköyünden gaayet ağır ve düdüksüz geçiyorlardı.
“Bir gece gökyüzünü yağmur bulutları kapladı ve şakır şakır, gümbür gümbür köşkün bahçesindeki ceviz ağıcına bir yıldırım düştü. Genç adam yatağından fırladı, yara açıldı, o asil ve güzel baş yastığa ölü olarak düşte.
“Ya ağabey?.. O da tecennün etti. Bu vakadan sonra tam otuz yıl, bütün servetini hasta ve fakir gençlere selsebil eden şefkat timsali bir deli olarak yaşadı.”
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM100523
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 10, pages 5491-5493
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.