Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
EVLENME DÜĞÜNLERİ, ESKİ DÜĞÜNLER
Eğer meşhur bir düğün ise daha olmadan haftalarca evvel velvelesi âfaakı tutardı. Mağazalar kolaçan edilmeğe başlanır, yapurda, şimendüferde etrafa kulak kabartılır; Kadıköyündeki, Kumkapıdaki gündelikci küçük terzilerle istişâre edilir, büyük Beyoğlu terzilerinin ağızları aranır; nihayet düğünde giyilecek esvab için ölçü verilirdi. Düğün hediyesi olarak bermutad altın yaldızlı zarf fincan yahut çatal bıçak takımı alındıktan ve hala hanımın kızına da kira ile bir gerdanlık kaldırdıktan sonra anadan emilen süt burnundan gelmiş bir halde yorgun, bitâp konağa avdet edilirdi.
“O zaman manikür, kuaförcüye gitmek âdetleri yok. Kıvırcık durması için bir gece evvel saçlar ıslatılarak kâğıtlarla bükülür; beyazlansın ve yumuşasın diye ellere sütle ezilmiş patates sürülürdü. Ortanca hanımın dudağının üstündeki tüyler, genç gözü olması itibariyle âhiretlik Dilber mârifetiyle ve cımbızla, görümce hanımın bileklerinden dirseğine kadar olan aksâm ise ağda ile alınırdı. Saçlara çeyreklik boya veya zerdeçal da unutulmaz.
Onyedi yaşındaki küçük hanım eteğinin kloşunun yahut kollarının bombelerinin pot durduğundan bahisle tepinir, ağlar, sızlar. Terziye prova günü işgal etmiş olan o falan paşanın kahrolası torunu hep birlikte tel’in edilirdi.
Düğün uzakca bir semtte oluyorsa, fistanlar mukavva kutu...
⇓ Devamını okuyunuz...
Eğer meşhur bir düğün ise daha olmadan haftalarca evvel velvelesi âfaakı tutardı. Mağazalar kolaçan edilmeğe başlanır, yapurda, şimendüferde etrafa kulak kabartılır; Kadıköyündeki, Kumkapıdaki gündelikci küçük terzilerle istişâre edilir, büyük Beyoğlu terzilerinin ağızları aranır; nihayet düğünde giyilecek esvab için ölçü verilirdi. Düğün hediyesi olarak bermutad altın yaldızlı zarf fincan yahut çatal bıçak takımı alındıktan ve hala hanımın kızına da kira ile bir gerdanlık kaldırdıktan sonra anadan emilen süt burnundan gelmiş bir halde yorgun, bitâp konağa avdet edilirdi.
“O zaman manikür, kuaförcüye gitmek âdetleri yok. Kıvırcık durması için bir gece evvel saçlar ıslatılarak kâğıtlarla bükülür; beyazlansın ve yumuşasın diye ellere sütle ezilmiş patates sürülürdü. Ortanca hanımın dudağının üstündeki tüyler, genç gözü olması itibariyle âhiretlik Dilber mârifetiyle ve cımbızla, görümce hanımın bileklerinden dirseğine kadar olan aksâm ise ağda ile alınırdı. Saçlara çeyreklik boya veya zerdeçal da unutulmaz.
Onyedi yaşındaki küçük hanım eteğinin kloşunun yahut kollarının bombelerinin pot durduğundan bahisle tepinir, ağlar, sızlar. Terziye prova günü işgal etmiş olan o falan paşanın kahrolası torunu hep birlikte tel’in edilirdi.
Düğün uzakca bir semtte oluyorsa, fistanlar mukavva kutulara konup ve ağa efendinin eline verilip düğün evine civar bir akraba veya ahbab evine inilirdi. Orada elbiseler giyilir, tuvaletler ikmal edilir; fistanın kusuru küçük hanımın gene gözüne batar. Pudra ve sürmeden evvel ayna karşısında bir fasıl daha ağlanırdı.
“Her şey tamamlanır. Hanımefendi ile ortanca hanımefendinin birinci rütbe şefkat nişânı zîşanlarının hamaylı kurdelâsı iğnelerle tespit edilirdi. Başlarınadki gazdan hotozlarla üzerindeki zümrüd iğneler de düzeltilir; küçük hanımın göğsündeki dantelâlar ikinci rütbe nişanın görülmesine mâni olmaması için iliştirilir; kalfa Hüsnühalin hotozuna, saat kösteğine, altın yaldızlı bileziklerine de çeki düzen verildikten ve kart yahudi matmazele, düğün evinde küçük hanıma daima Fransızca söz söylemesi ve hiç Türkçe konuşmaması ihtarı da yapılır, sonra ver elini düğün evi...
Konağın bahçe kapısının önü hınca hınç. Harem ağaları, uşaklar, Karadağ elbiseli, beli tabancalı kapıcılar buyurun, buyurun derler. Taş merdivenin önünde araba durur. Harem ağaları koltuklara girerek davetlileri içeriye alırlardı.
Derhal soyucu denilen kadınlar sökün ederler; misafirlerin çarşaflarını, yeldirmelerini alırlar. Önlerine düşülür, salona doğru yürünür. Salon serâpâ doludur. Baş sedirden itibaren kanapeler, koltuklar, sandalyeler teşrifat sırasiyle işgal edilmektedir. Ortada, askılar, çiçekler arasında gelinin makaamı.
Salona giriş ânı en müşkül, en heyecanlı anlardan sayılırdı. Hep kusur arayıcı bin bir çeşit nazar, muttasıl istihzâ ile tebessüm eden gözler yeni gelenler üzerine dikilirdi.
Salonda tecessüs ve tenkid de girenlerin derecesine göre değişirdi. Bazen en geridekiler bile, “Nuh nebîden kalma kıyafetliler!” diye yerlerinden kıpırdamazlar, bâzen bir kaç koltuktan ayağa kalkılır. Bâzen de bakarsınız, köşedeki en itibarlı sedire gömülmüş olan göğsü nişanlı, pıtrak gibi elmaslı, şişman Hanımefendi yanında kendisini yelpâzeliyen kalfasının omuzuna doğru yaslanır, girenlere berâyı cemîle, yerinden kımıldanır gibi olurdu. Hele bir kaç koltuk ötedeki yeri göstererek, yarım ağızla: “şöyle buyurun!” iltifatını lûtfederse bu en büyük bir mazhariyettir. Bütün kanape ve koltuklardakiler derhal elektriklenmiş gibi olurlar, ayağa kalkarlar ve âşinalık ederlerdi.
Şişman hanımefendinin yanına varılıp etek öpüldükten ve bitişiklere de îcabı maslahata göre arzı tâzimat edildikten sonra gelin hanıma yaklaşılır. Samimiyetin derecesine göre tebrik edilir veya “şap!” diye öpülür. “Allah bir arada kocatsın! İnşallah yavrularınızı, torunlarınızı severiz!” kılıklı hem ona, hem de kendine duâdan geri geri gelinerek koltuğa oturulurdu.
Düğünde bâzı sultanlar da varsa onlar büsbütün hususî salonlardadırlar. Bâzı ekâbir haremleri kerimeleri de bundan örnek aldıklarından kalabalığa karışmazlar, tenha bir odaya kapanırlardı.
Evvelâ büyük bir tepsi içinde tatlı getirilir. Arkasından üç kişi mârifetiyle kahve gelirdi. Bunlardan birinin elinde kocaman bir tepsi üzerinde fincanlar, ötekinin göğsünde, pul ve sırma işlemeli, çapkaz vari kahve örtüsü, elinde “sitil” dedikleri zencirlere muallâk gümüş kahve güyümü vardır. Üçüncüsü, güyümden fincanlara kahve doldurur ve misafirlere verir. Daha arkadaş geniş tabak içinde sigara tevzi olunurdu.
Medhalin solunda, kapısı bir yatak çarşafı ile örtülmüş olan odadan saz akortları, arkasından hicaz peşrevi aksetmeye başlar. Derhal rastıklı, sürmeli bâzı hanımlar şıpın işi perdenin yanındaki sandalyelere sokulurlar ve perdeyi biraz aralayarak iğnelerler.
Düğün ne kadar yüksek, kibar olursa olsun saz âhengi hep gürültüye boğulurdu. Kundukta bir çocuk viyaklar; bir soyucu (soygun da denilir) hanımla emektar arap bacı atışırlar ve arap bacının babaları tutup kütük gibi yere serilir; bir harem ağası süt ninenin ikiz çocuğunu kırbaçla döğer; sekiz, on yaşındaki hünkâr çavuşu küçük beyler, paşazâdeler konuşurlar ve mini mini kılıçlarını çekip ortalığı birbirlerine katarak kılıç mübarezesi yaparlar; gelinin birâderi bey tam taş merdivenin önünde, sofracı Ağavniye çimdik atan bahçıvan yamağını ayağının altına alır, toy oğlanı döve döve pestilini çıkarır.
Düğün evi hamûlesini kâfi derecede almıştır. Havasızlık ortalığa bastıkça basar. Herkes 40 derece ile kızıl döşeğinden fırlamış gibi kıpkırmızı; her vücud sucuk gibi sırsıklam, ter içinde. O zaman çantalar içinde podralar, sürmeler, allıklar yok. Bet beniz perişan; yayılan podra ve sürmelerle bütün simâlar rengârenk... “Telle frer”in podrası, “Piver”in “Viriç”i, çarşının “Tefârik” lavantası, Sadberk Hanımın yemenisinde hacı yağı ve ağzında pastırma kokusu, çalgıcıların gizliden gizliye mürâcaat ettikleri arka ceplerindeki rakının ve terli ayaklarının kokuları... Bütün bunlar ortalığa buram buram yayılmaktadır.
Derken gene bir kargaşalıktır kopar: “Koltuk!” sesleri herkesi birbirine katar. Kalfalar, câriyeler koşuşur; harem ağaları seğirtir. Merdivenin alt başından itibaren koridor, sofa, gelin odasının kapısına kadar insanla dolar. Yüksek kırattaki hanımefendiler yisalarla yerlerinden kıpırdatılarak koltukla güzergâha getirilir. Perdenin arkasında, saz takımı da ayağa kalkar ve “Marşı Hamidî” terennümsâz olmağa başlar.
Koltuk merasimi denilen ve gelin ile güveyi kolkola yürütülen bu merasim de oldukça cazibdi. İkisi de âheste âheste, kırıta kırıta ilerlerler; zebellâ gibi bir dudağı yerde, bir dadağı gökte bir harem ağası nazarlık muskası gibi gelin hanımın uzun eteğini tutarak tâkip eder. “Allahını seven maşâallah desin!” nidaları... Kayınvalide hanımefendilerin gözlerinde bir iki damla meserret yaşı...
“Sağ, sol, her iki taraf, gerdan ve göğüs küşâde, kollar üryan, yalnız başlarını avuç içi kadar mendillerle örtmüş ve “cinsi latif” tabilerinin doğruluğunu isbatlar hanımlarla malâmaldır.Eğer damad bey pek toy değilse fırsat kaçırmaz, bir ikisini yan gözle süzmeyi ve bir gözünü kırpmağı esirgemez.
Geç kalarak koltuk merâsimine yetişememiş bâzı sayılı hanım efendiler şerefine koltuk merasiminin birkaç kere tekrar ettirildiği de olurdu.
O hengâmeler esnasında paşa hazretleri bahçedeki kameriyenin önünde fesini yıkarak ve sakal kaşıyarak, dayı bey efendi, sağdaki çamın altında, iki elleri arkasında, bir aşağı bir yukarı piyasa ederek taş merdivenin üstündeki hanımları uzaktan temâşa ile meşgul olurlardı.
O aralık kapı önünde: “merkez kumandanının takımı!” sesleri ve onu müteâkib sekiz on araba bahçeye dahil olur. Sarışın, esmer, kumral, kırk kadar birbirinden güzel cariyenin arabadan indiği görülür. Hepsi, al caketler ve lâcivert eteklerle yeknesak bir kıyafette; ellerinde sazları fındık kurdu gibi kızlar. Çoğunda koza kelebeği gibi kaş, göz.
Karşıdan paşa efendinin eline ayağına râşeler gelir, içini çeker; dayı beyin gözleri dumanlanır, yüreği titrer; mahdum bey çalgıcılara bir şey söylemek bahânesiyle içeri dalar; yeni damad bey bile kendini unutarak selâmlık odasının penceresinden yarı beline kadar dışarı sarkar.
Bu takımın vürûdu ayrıca da bir mes’eledir. Çünkü üç liradan aşağı olmamak şartiyle her kıza bahşiş verilir; yuvarlak hesab bir kalemde 150 ile 200 sarı lira.
Yemek zamanı gelince gene teşrifat sırasiyle herkes yerlerine oturtulur. İncesaz da bitişik odaya alınır. Merkez kumandanının câriyeleri soyunmakla, yorgunluk almakla meşgul iken meydanı boş bulan evdeki beyler, paşa efendi de dâhil olmak üzere derhal anahtar deliklerine koşarlar ve soyunup dururlar.
Dâvetiye ile girilen düğünde bile ekseriyetle öğleden sonra umuma kapılar açılır, bütün konağı, bahçeyi seyirciler istilâ eder. Gelin odası, yatak odası, tuvalet odası damad beyin odası teker teker seyir ve temâşâ edilir. Âdet vechile ilâç için olsun tek bir nesne beğenilmez. Güvey tarafı gelinin kısa boyundan kinâye “yangın kulesine fener asılmış!” diye gülüşürlerken gelin tarafı da damadın boyunu bosunu çam yarmasına benzetirlerdi.
Bahçedeki çamların altında, hususî beylerden mürekkep saz takımının yanı başı da hanımlarla iğne atsan yere düşmeyecek bir haldedir. Herkes vakit geçirmekte, eğlenmekte, her gönül şen ve şatır.
Sermed Muhtar ALUS
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Yazar/Üreten
Sermed Muhtar Alus
Kod
IAM100362
Tema
Folklor
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 10, sayfalar 5413-5415
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.