TR
Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
About
Istanbul Encyclopedia
Reşad Ekrem Koçu
Web Project
Entries
❯
Volume 10: Eri-Fır
ESRAR, ESRARKEŞLİK, ESRARKEŞLER
“Esrar: Hind Keneviri denilen bir nevi otdan çıkarılan sarhoş edici, uyuşturucu, uyutucu tesir yapan terkib madde; Haşiş; Esrarkeş: Esrar tiryâkisi” (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lûgatı). “Hind Keneviri denilen bir nebâtın yaprağı; tütün gibi içildikde keyif verir, insanı garib bir takım hayâlâta daldırır; esrar çekmek; Esrarkeş - Esrar tiryâkisi, esrara mübtelâ” (Şemseddin Sâmi, Kaamûsi Türkî). Hüseyin Kâzım Bey lûgatına şu iki beyti kaydetmişdir: Lebi meygûn var iken anma hattı jengârı Gül gibi bâde dururken nidelim esrârı (Helâkî) Keyf içün esrâre olub mübtelâ İtti temâmiyle şuurun hebâ (Atâyî) Millî kütübhânemizin yukarda kaydettiğimiz iki büyük lûgatı da Hind Kenevirinden istihsâl edilen ve bizde esrar denilen uyuşturucu maddeyi gereği gibi târif edememişdir kanısındayız. Esrar, yüz yıllar boyunca bütün dünyâda insanlar için bir âfet olan uyuşturucu maddelerin başında gelmişdir. İstihsâli, satışı, kullanılması her tarafda yasak edilmiş, buna rağmen durmadan istihsâl edilmiş, gizli, kaçakçı elleri ile satılmış, içilmiş, haşişhâneler – esrar tekkeleri kurulmuş ve işletilmiş, esrar, satıcıları ve kaçakçıları ile amansız mücâdelelere rağmen önlenememiş, satıcı ve kaçakçılarla mücâdele milletler arası büyük işlerden biri olmuşdur. Esrar ibtilâsı ve esrar kaçakç...
⇓ Read more...
“Esrar: Hind Keneviri denilen bir nevi otdan çıkarılan sarhoş edici, uyuşturucu, uyutucu tesir yapan terkib madde; Haşiş; Esrarkeş: Esrar tiryâkisi” (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lûgatı). “Hind Keneviri denilen bir nebâtın yaprağı; tütün gibi içildikde keyif verir, insanı garib bir takım hayâlâta daldırır; esrar çekmek; Esrarkeş - Esrar tiryâkisi, esrara mübtelâ” (Şemseddin Sâmi, Kaamûsi Türkî). Hüseyin Kâzım Bey lûgatına şu iki beyti kaydetmişdir: Lebi meygûn var iken anma hattı jengârı Gül gibi bâde dururken nidelim esrârı (Helâkî) Keyf içün esrâre olub mübtelâ İtti temâmiyle şuurun hebâ (Atâyî) Millî kütübhânemizin yukarda kaydettiğimiz iki büyük lûgatı da Hind Kenevirinden istihsâl edilen ve bizde esrar denilen uyuşturucu maddeyi gereği gibi târif edememişdir kanısındayız. Esrar, yüz yıllar boyunca bütün dünyâda insanlar için bir âfet olan uyuşturucu maddelerin başında gelmişdir. İstihsâli, satışı, kullanılması her tarafda yasak edilmiş, buna rağmen durmadan istihsâl edilmiş, gizli, kaçakçı elleri ile satılmış, içilmiş, haşişhâneler – esrar tekkeleri kurulmuş ve işletilmiş, esrar, satıcıları ve kaçakçıları ile amansız mücâdelelere rağmen önlenememiş, satıcı ve kaçakçılarla mücâdele milletler arası büyük işlerden biri olmuşdur. Esrar ibtilâsı ve esrar kaçakçılığı memleketimiz ve bilhassa büyük şehir İstanbul içinde, gençliği tehdid eden, nice gençlerin şuurunu yok ederek uyuşuk, bir posa hâline getirip mezellet batağında mahveden bir âfettir. Zamanımızda da satılır ve kullanılır; ve maalesef Türk basınının da, yabancı basının da vak’alara dayanan kayıdları ile Türkiye ve İstanbul, esrarın en kolay ve bollukla tedârik edildiği yerlerin başındadır. Büyük halk şâiri Vâsıf Hiç (Vâsıf Hoca) görgüye dayanarak Esrar üzerine bize şu kıymetli notları tevdi etmişdir : “Cenâbı Hak cümlemizin evlâdını muhâfaza buyursun, esrarkeşlik sârî hastalıkların aynıdır. Benim gördüğüm, esrar içilmeye bir nevi teşvik ile başlanıyor. Kimi bir işde çırak veya kalfa, kimi mektebli nice gül gibi gençler o yok olası esrar nargilesine yapışmış, bir kısmı geçimini temin eden işini, bir kısmı istikbâlini temin edecek tahsilini ayaklar altına almış; evini, anasını, babasını, kardeşlerini terkederek o gürûhi lâ yüflehuna katılmışdır. Niceleri anadan babadan kalma evini, malını mülkünü yok bahasına satıp parasını esrar dumanına vermişdir. Niceleri de o dumana nâmus ve iffetini vermişdir. Bir çokları hırsızlık, yankesicilik gibi cürümleri irtikâb etmiş, yarı çıplak, levs içinde, hayâ ve edeb cevherleri mahvolmuş, yangın yerlerinde, harâbeler içindeki inlerde yatıp kalkarak, yahud mahbushâne koğuşlarında sürünüp ölmüşlerdir. “İstanbulda beyzâde, paşazadeden esnafına, hammal ve kayıkçı makulesi ayak takımına varınca her sınıf halkdan esrarkeşler gördüm, tanıdım. Bunların bir kısmı nargile ile, bir kısmı da dolu cıgara, yani esrarlı cıgara ile esrar içerler. “Esrarlı cıgara içenler nergile vuranlar kadar zehirlenmezler.“Esrar’ın esrarkeşler arasındaki ismi Nefes’dir, bundan ötürü esrarkeşlere eskiden Hodnefes de denilirdi. “Esrarkeşler kendilerine esrarkeş denilmesine çok kızarlar, Ehli Keyf denilmesine de memnun olurlar. Esrar kahvehanelerine, içinde gizlice esrar içilen kahvehânelere Tekke derler. “Esrar nargilesine Kabak denilir. Bir hindistan cevizinin tepesi delinir ve o delikden içi oyularak eti alınmış kalın kabuğundan yapılır. Sonra buraya lüle, ve lüleye merbut olup tepedeki delikden kabak-nargiledeki suyun içine inen bir kamış yerleştirilir. Lülenin altında ekseriya gümüş pullarla süslü bir pirinç tablacık vardır ki işin âmiyâne nümâyişidir. Âdî nargilenin marpucu yerine kabağın üst kısmına yakın yerine Cura denilen, içi boş, boru gibi bir kamış sokulur; bunun karşısına da ikinci bir delik açılır ki ona da Püf Deliği denilir. Kabağın lüleleri âdi nargile lülelerinden daha küçükdür .“Kabak lülesine bir mikdar tönbeki, onun üstüne de ayrıca toz tütün konulur; esrar en üste, diş ile kırılarak bir keçi boynuzu çekirdeği büyüklüğünde konulur. Esrarın üstüne de küllü ateş konulur: Tekkede, esrar kahvehânesinde kabağı hazırlayana kabakçı denilir; kabakçı, böylece hazırladığı kabağı bir mikdar çeke çeke içime hazırlar, alıştırır. “Nargile - kabak alıştırmanın usulü şudur: Kamış – Cumar ağızda, Kabak – Ceviz elde, şehâdet parmağı da Püf Deliğinin üstüne konulur; çeke çeke, küllü ateş altındaki esrar parlamaya yüz tutunca, evvelâ kabağı ısmarlayana toka eder, takdim eder. “Esrarkeşlerin arasında Aşere denilen bir usûl vardır; Kabak parasının dörtde birini verene Aşereci denilir; bir kabak – esrar nargilesi parasının dörtde üçünü yahud yarısını ödeyene nargile sâhibi diye bakılır, ilk çekim, içim onun şeref hakkıdır; sonra nargile bir yahud iki aşereciye toka edilir, onlardan sonra da diğer esrarkeşler önünde dolaştırılır. “Aşereciler her nargilede değişir. İşte böylece Tekkede bulunanlar yudum yudum esrar dumanı çekerler; bir kabağı ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü tâkib eder, ve böylelikle kafalar tütsülenir, kendilerinden geçerler, konuşmalar durur, kendi tâbirlerince mest olurlar. “Bir ehli keyf Tekkeye, esrar kahvehânesine gelince bir nargile doldurtmaya mutlaka mecburdur, ve doldurttuğu nargileyi de yalnız içemez, öbür arkadaşlarına da içirtmeye mecburdur, aynı ikrâmı, sırası gelince onlardan görür. “İlk nargileden sonra ocakçı : — Aşere var mı?.. diye seslenir. “Biri: — Bir var!.. der. Diğeri: — Biri daha var!.. der. Keselerine göre en çok dört kişi çıkınca ikinci nargile de hazırlanır. “Kafası biraz neşelendiğinden mi, yoksa serseleşmeye başladığından mı, o keyf ehli arasında Kabakcı da denilen esrar kahvehânesi ocakçısı nargileyi alışdırırken şu tekerlemeyi yüksekçe sesle mutlaka söyler: Nargilemin altı deryâ, üstü âteş Cümlemiz kardeşiz kardeş Hepimiz biribirimize eş! ve nargileyi dolaştırmaya başlar. “Nargileyi parasının tümünü, dörtte üçünü, üçde ikisini, yarısını vererek parlattıran birinci sınıf, patron ehli keyf sayılır; aralarında: - Falan nargileyi parlattı!.. diye övülür; - Aşk olsun!.. diye de takdir edilir. “Bazan eline nargileyi alan ehli keyf de şu tekerlemeyi söyler: Yus Yezide Çıksın iki gözü de Kahrolsun oğlu da kızı da! “Ekseriyâ nargileleri sarı zincirlere takılı peneslerle tezyin ederler; penes ziynet altınlarının en küçüğüne verilmiş isimdir, çapı, zamanımızın 5 kuruşluk mâdenî paraları kadardır. “Esrarkeşlerin akşamları içki zamanı yaklaşınca esnemeler başlar; hafifden krizler, el titremeleri görülür. Sofra tertib olununca neşeler yerine gelir. Çek esrarın hızı geçince de esrarkeşin suratı asılır, ne yapdığını bilmez; böyle anlarda en sevdiğinin merhabası bile kendisine küfür, hakaret gibi gelir. Meselâ Hasköylü Kahveci Nusret aşk ile bağlanıp sevdiği Ferhi Bülend Zırhlısı efradından Kozlucalı İsmail adındaki genci böyle bir kriz ânında bıçaklayıp öldürmüş idi (B.: Nusret, Kahveci Gürcü; İsmail, Kozlucalı; Fethi Bülend Zırhlısı); hele herhangi bir sebeble bir iki gün hiç esrar bulamayan esrarkeş âdetâ azgın bir deliye döner.. ”Burada Vâsıf Hiç’in notlarına günümüzün gazetelerinden birkaç vak’a ekliyoruz:“ İşleri kesad giden Erhan Emre adındaki muhabbet dellâlı esrar parası temin edebilmek için dört senelik metresi Hafizeyi satmaya kalkmış, genç kadın teklifi red edince gece yarısı evinin camını çerçivesini kırıp bütün mahalle halkını ayağa kaldırmışdır.” (17 ağustos 1967, Hürriyet Gazetesi). “Şehrimizi toplanma merkezi hâline getiren Beatnikler (hırpanî turistler) arasında alışdığı esrarı bulamadığı için sık sık çıldıranlar olmaktadır (B.: Esrar, Esrarkeş Turistler). Son olarak evvelki gece İsveçli, yalın ayak ve belden yukarısı çıplak, mâvi gözlü, sarı pos bıyıklı Beatnik, Sultanahmed’de dolaşırken birdenbire çıldırmışdır, acâib sesler çıkararak önüne gelene saldırmaya ve yumruk atmaya başlayan genç adam güçlükle zaptedilebilmişdir. Ağzından köpükler saçılarak Divanyolunda bir otelin camlarını kafası ve yumrukları ile kırmış, yakalandıktan sonra Bakırköy Akıl Hastahânesine gönderilmişdir.” (23 ağustos 1967, Hürriyet Gazetesi). Vâsif Hiç anlatıyor: “Esrarkeş daha nargile hazırlanırken neşelenir, gözlerini ateşe diker, bir nefes çekince de kendisini Mısıra sultan olmuş zanneder. Yoksulluktan nargile doldurtamayıp veya aşereye giremeyip başkaları tarafından üflenen dumanı eliyle ağzına çeken biçâreleri de çok görmüşümdür. “Esrarın birinci, ikinci, üçüncü nevileri vardır. Birinci nev’i ince elekden geçirilmişdir; adı Sarıkız yahud Fino’dur. “Esrar önce toz hâlindedir; yarımşar okkalık torbalara doldurulur ve ağır ve cisim altında baskıya konulur, bu suretle toz hâlindeki esrar külçe hâlini alır. Toz hâlinde nargilede kullanılmadığı gibi cıgarada da istenilen, aranan keyfi vermez. “Avuç içi kadar bakır taslar vardır; tozdan yarım avuç kadar koyarlar ve ateşe gösterirler, duman çıkmaya başlayınca yanmaması için üstüne üç beş fiske su serpilir ve hemen tası ateşden alıp parmakların ucu ile sonra da avuç içinde yoğururlar, külçeleşen esrarı bir kenara koyup soğuturlar. Esrar külçe hâline getirildikten sonra satılır. “İkinci Sultan Abdülhamid devri sonlarında İstanbulda 1 dirhemi 1 kuruş idi. 1 dirhem esrardan da 4 nargile olur. Bundan açıkça anlaşılır ki bir tekke işleten adam kısa zamanda zengin olur. Hal böyle olunca da İstanbulda esrar ile mücâdele çok güçleşir. 1941 ile 1943 arasında 1 dirhem esrarın 50 ile 75 arasında satıldığını duymuşdum. “Esrar ne kadar fazla yağlı olursa keyfi de o derece üstün, fazla olur. Rivâyet ederler ki yağlı esrar kafayı sersemletmeden keyif verirmiş. “Esrardan bir mikdar alınır, iki parmak arasında pamukdan kandil fitili yapar gibi bükülür, esrar ne kadar rahat ve çabuk bükülürse o kadar yağlı olduğundan birinci elek, Fino dedikleri cinsdendir. Bir kısmı da vardır ki ne kadar uğraşılsa tutmaz, bükülmez, o da esrarın en âdi cinsidir. “Esrar kahvehâneleri, İstanbulun en izbe köşelerinden en mûtenâ, parlak caddelerine varınca mevcuddu. Hattâ şehir etrafındaki surların yıkık kovukları içinde bile esrar kahvehânesi, tekkesi vardı. Hamdolsun zâbıtanın himmetiyle tekkeler, eskiye nisbetle kalmamışdır. İstibdad devrinde esrarın cezası ağır değildi, çuval dolusu dahi bulunsa, ya müsadere edilip denize atılır, yahut bir kulp takılır, serbest bırakılırdı. “Esrarkeş nargilenin neşesi geçdikten sonra öteye beriye kafa tutmaya başlar, kendi aralarında bu hâle de Harman denilir. Harman hâlindeki bir esrarkeşe yaklaşmak tehlikelidir.” (Vâsıf Hiç). İstanbul Polis Mektebi Müdürlüğünde bulunmuş Mustafa Galib Beyin “Rehnümâyi Zâbıta” isimli eserinde şunlar yazılıdır: “Esrar Kahveleri — Her nerede olursa olsun esrar kahvehânesi açmak yasakdır. Kahvehânelerde esrar içildiği haber alınır alınmaz tarassud edilir, kahvede bulunan esrar kabağı alınarak kahvehâne kapatılır. Esrarkeşler kahvehânelerde tütün arasında esrar içerler. Bu gibi kahvehâneler girildiği zaman derhal esrar kokusu insanın yüzüne çarpar, ve esrar çekenlerin kimler olduğu yüzlerinden anlaşılır. Esrar kabağı Hindistan cevizinden mâmul, yukarısından bir kamışa merbut, altında küçük bir deliği ve serin (başlığın, lülenin) geçeceği bir delik vardır. Serin deliği zift ile kapanır, diğer delik esrarkeş tarafından parmakla tutulur, duman fazla geldiği takdirde parmak çekilir, fazla duman buradan hârice çıkar. Esrar kahvehâneleri Yedikulede, Tahtakalede, Galatada, Tophânede, Azapkapusunda bulunur.” (1336, M. 1917). Aynı tarihde neşredilmiş polis nizamnâmesinde de şunlar yazılıdır: “Esrarhâneler kapatılır. Her hangi bir yerde esrarhâne açıldığı haber alınırsa zâbıta derhal orasını basarak kabak ve sâir eşyalar müsadere edilip esrarhâneyi açan hakkında tâkibâtı kanuniye yapılır. Bu şahıs gerek orada, gerek başka yerde dükkân açabilmek için tekrar esrar içirtmeyeceğine dâir zabıtaya noterlikce tasdikli bir kefâletnâme vermeye mecburdur. Kefâlet mikdarı 10 liradan 100 liraya kadardır...” (1917). Vâsıf Hiç’in de kaydettiği gibi yakın geçmişe kadar çok ağır bir suçun cezasının ne kadar hafif olduğunu yukardaki satırlar da gösteriyor. Yakın geçmişde esrar kahvehânesi, tekke işletmiş en namlı sîmâlar şunlardır: Galatada Hacı Mihran, Feriköyünde Eyyublu (adı tesbit edilemedi), Sinemköyünde Girco, Yenişehirde Dayı Yani, Kadıköyünde Kulaksız Alâeddin, Kadıköyünde Acem Ali Bey, Kadıköyünde Acem Ali Beyin çırağı Süleyman, Tophânede Arabacı İsmail, Tophânede Madam Kadina. Kadın esrarkeşler de vardır, ve hemen hepsi ayak takımının fâhişelerindendir. Bilhassa son zamanlarda aynı boydan kadınlar arasından esrar satıcıları da hayli faal olmuşlardır. Bunların en eskilerinden biri Fani adındaki bir rum karısıdır. 1967 de Cemile adında bir kadın da İstanbulda esrar satışını yöneten bir şebekenin reisliğini yapmakda, ve bu şebeke faaliyetini bütün Türkiye üstüne yaymış bulunmakta idi. Esrar içmek ve satmak suçundan altışar yıl hapis yatmış olan Despina ve Suzi adında iki kadın da aranmış, bulunamamış, bunların da esrar satıcı kadın şebekelerine esrar toplamak için Bursa, Bilecik ve Anteb taraflarına gittikleri tahmin edilmişdi (23 nisan 1967, ABC Gazetesi). Esrar ayak takımının, hâneberduş ve pırpırı serseri gürûhunun keyif maddesi ola gelmişdir. Esnaf tabakasından ve kişizâde genclerden esrara kapılanlar da kısa zamanda kendi muhitlerinden çıkarak zelil ve sefil, o güruh arasına düşmüşlerdir.Hâneberduş gürûhu kendilerine mahsus argo ile konuşurlar. Esrarkeşler de aynı dille konuşur. Hâneberduş argosunda esrar ile nevîlerinin isimleri şunlardır: Duman, esrar Dalga, esrar Diş, esrar Nefes, esrar Paspal, esrarın kötüsü Fino, esrarın iyisi Sarıkız, esrarın daha iyisi Gonca, esrarın en iyisi “Dalga” ve “Duman” aynı tabaka ağzında başka anlamlarda da kullanılmışdır; meselâ kötü durumlar için: “Hâlimiz duman!..” denilir; kayıdsız, dalgınlık için de: “Dalga geçme ulan!..” derler. Fakat bu deyimler üstünde de dikkatle durulursa yine esrara bağlanabilir, “Hâlimiz esrar çekmiş kadar kötü”, “Esrar çekmiş gibi davranma” demekdir. F. Devellioğlu, “Türk Argosu” isimli eserinde Esrar karşılığı olarak yukarıdaki isimlere şunları ilâve ediyor: Ampes Cıgaralık Cuk Hurda, bir küçücük parça esrar Kabza, bir avuç esrar Kaynar Ot Toprak, en kötü, bozuk esrar Hâneberduşlar argosunda Esrar ile ilgili diğer kelimeler şunlardır: Baygın: Esrar keyfi içinde her emre mutî hâle gelmiş genç Cilâ: Esrar çekildikten sonra keyfe ayrıca revnak veren tatlı, bilhassa revâni, baklava. Harman: Esrarsızlık yüzünden aklî muvâzenesi bozulmuş esrarkeş. Mastor: Esrar sarhoşu, bu sarhoşluğun had hâli. Esrar bâzı tarikat tekkelerine, bilhassa Bektâşi Tekkelerine de girmişdir; geçen asır ortalarında bir dalga âleminde katil olmuş Server Baba adında esrarkeş bir dervişin nefesleri bunu göstermektedir : Esrar sırrın cem’idir Sır tutarız dervişiz Dalga duman esrarla Mertebeye ermişiz Libâsımız çul çaput Güzelleri yapdık put Aşk ile olduk bulut Mâşuka can vermişiz Pir evi dârülaman Keştii aşka liman Atup lengeri iman Postumuzu sermişiz Sağ sol eşbeh dilberler Birbirinden güzeller Cilve gülü dererler Biz onları dermişiz Keyfin cilâsı dilber Teşrîfi iyiydi ekber Lebi lâ’li muanber Sanki lokum yermişiz Soyunub vakti seher On onbeş perî peyker Germâbeye girerler Biz de berabermişiz Pîr evinde dellâkim Hem çabikü çâlâkim Sorma bu abdal da kim Şahkulu Servermişiz Baş açık bürehne pâ Geldim şâhım merhabâ Dalga duman püf püfle Mastorun Server Baba Çek bir nefes bir nefes Olma nahvetle nâkes Bilemez aşkı herkes Yakamaz herkes abâ Hey topuklu eşbehim Kalp delme tutmaz lehim Gel de rûşen kıl rehim Be aşkı âli abâ Gel topuklu eşbeh gel Pâyin bir hoş müşekkel Merdâne bas yok engel Gir sevâba sevâba Deryâ üstünde âteş Hey canım olma serkeş Dervîşânedir peşkeş Çek dumanı çek caba Mastorum gelmem tava Ateş virir çakmak kava Cilâyi keyf baklava Taşar sığmayız kaba Ayak mühürleyerek Duman nefes çekerek Güzel genc baygın gerek Gir kalıba kalıba Dalgaları sayalım Sen şâhı bir soyalım Put misâli koyalım Cümle uşşakın tapa Olma keyifden gaafil Topuk çakıl karanfil Çalar sûri İsrâfil Hâtimei şebâba Server Baba zındanda Nârı cahim külhanda Ahvâlimiz meydanda Gelmez kalem kitaba Geçen asır sonlarında yaşamış bir halk şâiri ve ressam, Hasköy İskelesideki kayıkçı kahvehanesinin sâhibi ve Hasköy Yangın Tulumbası sandığının ikinci reisi, bir arkadaşını katlederek genç yaşında küreğe mahkûm olmuş Kahveci Gürcü Nusret’in (B.: Nusret, Kahveci Gürcü) “Zından Şiirleri” adındaki eseri, aslında şiirle, nazımla, uğraşmış mahkûmların hal tercemeleri ile eserlerini ihtivâ eden kendine has kıymetde eşsiz bir antolojidir; fakat Kahveci Nusret bu esere mahbushâne hayatı üzerine çok dikkate değer notlar ve kendisi tarafından yapılmış resimler ilâve etmişdir. Bilhassa genç mahkûmlara âid olan resimlerin çoğunun etrafına da dilek yolunda bir takım tılsım yazıları, duâlar yazılmışdır. Gerek hal tercemeleri içinde, gerekse mahbushâne notlarında ve resimlerin etrafındaki yazılarda “Esrar” üzerine çok söz vardır; bundan da anlaşılıyor ki İkinci Sultan Abdülhamid devrinde mahbushâne – zındanda, bilhassa ağır suçlu mahkûmların esrar kullanmalarına göz yumulmuş, belki de zindana esrar sureti mahsusada sokularak azılı şerirlerin, kaatillerin esrarla uyuşturulması yolu tutulmuş, onlar da esrarın tesiri ile daldıkları hayal âlemleri ile avunmuşlardır; her koğuş âdetâ bir esrar tekkesi hâlinde aksettirilmişdir; Nusretin genç mahkûm resimleri etrafındaki yazılardan esrar ile ilgili bazı parçalar alıyoruz: Yalı korsanı şakirdi Kavaklı Nurinin resminde : Yine bir gonce gül düşdü zındâne Selâm verdi sağa sola merdâne Müjde verin hemen cümle rindâne Çilei zından yamandır yaman Tesellisi ancak salâbeti îman Bir de Duman Kabağa aşk olsun Curaya aşk olsun Mastora püf püf İlk nefes Babanın İkincisi karındaş canın Üçüncüsü dilber yârin Aşereye yazdım seni Bugün olmazsa gel yârın Kaatil Dellâk Edirneli Osmanın resminde: Bâde çakdık duman çekdik aşk ile Aşereye gir Osman Zından olsun gülistan Dumana aşk olsun Kaatil Tatlıcı Sârık’ın resminde : Aşereye yazayım Sârıka aşk olsun Mastora aşk olsun Gelsin hemen zamanı Püf püf Somoncu Babam Alıştır dumanı Kaatil Bozkırlı Davulcu Süleymanın resminde : Aşereye yazdım seni Gel bir nefes çek sen hele Zındanda gör gül bağçesin Duman ile duman ile Mastora hey hey Kanlı delikanlıya hey hey Edirneli Helvacı Selimin resminde : Of of of aman Bitmedi tükenmedi çilei zından Mihmeti zından zulmeti zından yaman Zulmetde çerâğım olsun Helvacı Selim heman Curadan çek bir duman çek bir duman Dalgaya dumana zindana püf püf Aşereye yazdım aman Kanunu zından dalga duman Kaatil keşiş yamağı Foti’nin resminde : Kaatil gözlerin pek mestâne mahmur Foti Şâhım keşiş, eşbehim Viran gönülleri gel eyle mâmur Gel çek birkaç nefes haşiş eşbehim Hiristosun aşkına Zından içinde teselli heman Dumandır duman Hırsız Suçıkdılı Mekkâreci Husrevin resminde : Aşereye yazdım şâhım Gel aşk için çek bir nefes Duman ile muhabbetle Cennet olur demir kafes Çek dumanı hicâbın at Soyun dökün mastor ol yat Kuş olsan uçamazsın Çek curadan püf püf duman Bir can olur kuzu ejder Dört duvar kardaşı dilber Hırsızıma aşk olsun Kaatil Gabruvalı Mito’nun resminde : Aşereye yazdım Mitom çekdi dumanı Kanlı gözler mestâne bakıyor baygın baygın Kutub nefesi sinmiş inkâr edilir mi hiç Hüneri mârifeti o küçücük kabağın Kabağa curaya püfe aşk olsun Zincirlikuyu Medresesi softalarından hırsız Molla Mehmedin resminde : Çekelim Meydâne aşke bir hû Cünûnu sevdâya hey hey Mastor rindâne hey hey Cura duman aşere Râhi irşad göstere Şu misâfir dilbere Aşağıdaki satırları Kahveci Nusretin zından hayatı üzerine olan notlarından alıyoruz: “Bizim üçüncü koğuş tekâyânın birincisidir. Cümle bisâtı pâk olduğundan ve cümle dört duvar karındaşları canlarımız ehli hâl ve cümle can yoldaşları tâzelerimiz sâhibi cemal olduğundan birincidir. Kabak dahi gümüş pullu Yedikuleli Mastor Hakkı Usta işi birincidir..”, “Dumanı Somoncu Babamız alıştırıp nefeslendikde kanundur ki dizi dibinde diz çökmüş muntazır Emin Beye verip o bey dahi alup nefeslenip ayağa kalkar ve pâ bürehne tâvûsî reftâr ile nazikâne hiram ve ranzada döşeklerde edîbâne teşrîfine muntazır karındaş canları dolaşıp cümlesini nefeslendirir ve bu minval üzere dört devirden sonra karındaşlarımız yâri gaarı can yoldaşları ile tamam dalgaya vardığında Somoncu Babamız çerâğı uyutur..” “Rindânı zından sağı ve solu ile asla mukayyed olmaz, cümle karındaşlar kendi dalgasında muhabbetinde olur..”, “Dört duvar karındaşları görür görmezlenir, bilir bilmezlenir..” “(Bir müddet sora) Somoncu Babamız Hû!.. der, bekler ve def’a Hû deyip çerâğı uyandırır, yine aşere olur, lâkin bu def’a kabakçı tâzeyi ismen dâvet eder, Terlikci Râsim Şah, Hanzâde İdris Şah yahud ki Mekkâreci Husrev Şah der, kimi dâvet etmiş ise o dahi ranzada pâ bürehne başkaca nümâyiş ile hirâm ederek kabağı dolaşdırır, hassatan leyâlii şitâda böyle üç nöbet aşere mukarrerdir”, “amma yaz ammâ kış bir de ikindi aşeresi olur, dört devirdir..”, “Değirmenin suyu nerden gelir, mastor odur ki pîr himmeti kutup kerametidir der..”, “Aşerede şorolosu akçesini karındaş canlar verir, o garibandan da olsa ve şorolo bitli (paralı) olsa akçeyi yine o garib verir, merdi meydanlık şânıdır”, “Akçesi olmayana aşere akçesini döşek komşusu verir ama arada asla minnet olmaz..”, “Somoncu Baba çerâğı uyutub istiğrakı tam oldukda karındaşlardan bir âşık savtı hazin ile zemîne münâsib âşıkane semâi, divan, kalenderi okur ammâ karârı tecâvüz etmez..”, “Tâzelerden birinin koğuşa bidâyeti teşrifinde olan aşerede de nizam budur ve ona dört duvar karındaşını Babamız tayin eyler ve aşere akçesini o karındaş verir..”, “Aşereye girmeyen karındaşa tazyik olmaz, onlar ranzada ayrı yerde olurlar ammâ onları zındancılar alır, tekâyâdan olmayan koğuşa verirler; lâkin zındanda cümle kavgalar da oradan çıkmışdır, zîra tekâya pirimiz sultânımız Hacı Bektaş Velî nefesi sinmişdir, tekâyâde senlik benlik olma, kavga da olmaz, tâzelere tasarruf da olmaz, dalga duman âlemidir, senin benimdir, benim senin, yoksa bu mihnet ve zulmeti zından çekilmez, yaman ve bî amandır, tesellisi dumandır”. Zındana yeni girmiş gençlere “Nushai Kudûm” (Ayakbasdı Muskası) diye muskalar yazılıp verilmişdir, onlar da “Esrar” dan bahsedilmişdir, bir örnek kaydediyoruz: “Gel Baba önünde ayak mühürle (B.: Ayak Mühürlemek( cild 3, sayfa 1426), kitâbı muhabbeti okutayım sen gonca güle; Höcrei zındanda, meclisi rindada, bâde bir yanda duman bir yanda, bu nushai kudüm hükmünde perverde ol şâhım”. Kahveci Nusretin zından hâtıraları arasında dikkate değer önemli bir nokta esrarkeş mahkûmların büyük velî Hacı Bektaşı kendilerine pir kabul etmiş olmalarıdır, fakat biz onlara bektâşi diyemeyeceğiz, “Bektâşi Taslakcısı” demek doğru olur, şu tekerlemeyi de o hâtıralar arasından naklediyoruz: Aşere kimden kaldı? Pîrimiz Sultan Bektaş Velîden Kabak kimden kaldı? Serendibli Şeyh Uryâniden Dalga kimden kaldı? Kal’ai Kahkahâ’da Dalyan Baba Zındânîden Duman kimden kaldı? O dahî Şeyh Zındânîden Şorolo yar kimden kaldı? Eflâtûni İlâhîden Kavga kimden kaldı? Hâbil ile Kaabil’den Yılmaz Çetiner Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmış “Sahte Cennetler” isimli yazısında (4 Temmuz – 21 Temmuz 1968) bir evdeki esrar çekme meclisini şöyle naklediyor: “Baba Musa, pompalaya pompalaya iki – üç derin nefes çektikten sora, sağ elinin kirli parmaklarıyla marpucun ağzını okşar gibi sildi ve yanındaki genç adama doğru uzattı. — Asıl bakalım delikanlı!..” “Yağlı saçları ensesinden aşağı inen, sakallı, üstü başı pis mi pis “ihvan”, hiç iğrenmeden yapıştı marpuca ve gözleri kayarak hırsla emmeye başladı. Yanakları bir şişiyor, bir içeriye çöküyordu bu sırada. Sonra, o da aynı şekilde, marpucu temizleyip yanındakine aktardı. Kıymetli, nazlı bir emanet gibi dudaktan dudağa, elden ele dolaşmaya başladı sarı kehribar. “Ufak bir odanın içinde, altı kişi halka olmuş oturmuşlardı. Köşeye dayalı ufak masa ile iskemleden başka her şey yerle bir gibiydi. Minderler, renkli yastıklar ve hayli tozlu, eski bir kilim. Loş bir ışıkla aydınlanan insanların yüzleri kirli sarı, karanlık ve yorgun görünüyordu. “Ortada yuvarlak, büyük bir kabak vardı. Üzerine, kıymetli bir nargile marpucunun ipek kordonlu borusu saplanmıştı… “İhvan”ların her nefes çekişinde, içindeki su fokurduyor, hafif bir duman yükselerek kıvrıla kıvrıla havaya karışıyordu. “Kabağın etrafında oturanların tek kelime konuştukları duyulmuyordu. Başları öne eğikti hepsinin. Kimi hafifçe yana yatmış, kimi çömelmişti… Bir noktaya devamlı, hareketsiz bakıyor, düşünüyorlardı. Esrarkeşlerin “dalga” dedikleri keyif hali buydu işte. “Suyun fokurtusu ile iniltiler sessizliği zaman zaman bozuyordu. Kehriban marpuç üç – beş tur attıktan sonra Baba Musa, ağır ağır başını kaldırdı. Sanki kuyudan iple yukarıya çekermiş gibi!.. — Bastır bakalım yavrum, evlâdım… ateşle!.. “Bir diğeri arkadan lâfa karıştı: — İkisi var, Saim abi!.. “Bastır, tavla, ateşle ve ikisi var kabağın üzerindeki esrarın tazelenmesi demekti. Tekkelerde, Bitirimhanelerde âlem yapılırken, bir kişi mütemadiyen ortada dolaşır ve hizmetle meşgul olurdu. Yalnız esrarın, tütünün yenilenmesi değil, “Keş”lerin tavşan kanı çayla demlenmesi de onların göreviydi. “Baba Musa’nın karşısında Remzi oturuyordu. Onun yanında genç bir öğrenci uzanmıştı. Uzun saçlı, sakallı delikanlı ise tanınmış bir ailenin reddedilmiş oğluydu. Diğer esrarkeşler de bir takım sabıkalılardı herhalde. “Kadın yoktu aralarında; eskiden daima kadınsız topluluklar arardı esrar kullananlar. “Baba Musa, 75 yaşındaydı… Birçok defa tekke açmış, kapamış, mapushaneye düşmüş, yine de bırakamamıştı Sarı kızı. Hem içer, hem satardı. “Esrarkeşlerin, kabak veya nargileden sonra tatlı yemeleri usuldendi. Baklava, revani… lokum ve ne bulurlarsa aralarında müsavi bir şekilde pay ederler; hiçbir ihvanı mahrum etmezlerdi bundan. Tatlı yiyip üzerine bir de sigara tellendirmeye “cilâ vermek” denirdi. İşte o zaman keyiflenir, dalgaya girerdi “keş”ler. “Esrar içildikçe baş yavaş yavaş dumanlanır, gözler süzülür ve birtakım hayaller belirirdi… Dalgın ve düşünceli görünüş “dalga” ya geçince başladı. Zamanın nasıl ilerlediğini farketmez.. keyfi azaldıkça sigaradan veya kabaktan birkaç nefes çeker, böylece “dalga” yı devam ettirirlerdi. “Sarı kız keyfi durgunlukla beraber, cesaret verici olurdu.. Ayni zamanda müthiş iştahları açılır, cinsî duyguları kamçılanır.. büyük ruhî değişiklikler geçirirlerdi. Kendini beğenme, fazla teessür, şüphecilik gibi. Sonra hayâlleri genişlerdi. O kadar ki, kendini kuş zannedip havada uçmaya kalkar; yolda önüne çıkan ufak bir su birikintisini deniz zannedip adımını atamazdı. “Baba Musa tekrar kendisine gelen marpucu ağzına götürdü. Ve avurtlarını çökerte çökerte suyu fokurdattı… Sarı kızın dumanını kısa bir süre bütün vücudunda dolaştırdıktan sonra seslendi içeriye: — Saim evlâdım… hazır mı cilâlıklar?.. “Bir iki dakika geçmeden tepsi içinde, Antep baklavası geldi ortaya. Nefis bir tereyağ kokusu sardı etrafı. Nar gibi kızarmış baklava dilimlerine sivri, kıvrık tırnaklı pis eller titreyerek uzandı. Filin hortumuyla çekilmiş gibi bitiverdi bir anda… İkinci tepsi geldi arkadan, aynı iğrenç eller onu da hakladı… “Sonra, her biri bir köşeye uzanan altı adam, büyük bir keyif içinde “dalga” ya girip, “Sahte Cennet” in merdivenlerini çıkmağa başladılar!” (Y. Çetiner, Cumhuriyet, 16 Temmuz 1968) Zamanımızda da esrar ibtilâsı daha ağır ve müdhiş uyuşdurucu maddelerin yanında küçümsenmeyecek kadar yaygındır; bu arada Beatnik ve Hippi isimleri ile anılan en yaşlısı otuz yaşından aşağı genc turisler İstanbulu gayet kolay esrar tedârik edilen bir şehir olarak kaafile kaafile akın etmekde, birer esrar tekkesi hâline konulmuş otellerde aylarca kalmakda idiler (B.: Esrar, Esrarkeş turistler). Kabak Esrarkeş (Resim: Sabiha Bozcalı) Esrarkeş Abdullah Bitirim (Resim: Sabiha Bozcalı) Esrarkeş ve Çömezi (Resim: Sabiha Bozcalı)
Theme
Other
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM100264
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Sabiha Bozcalı
Description
Volume 10, pages 5352-5361
Note
Image: volume 10, pages 5353, 5354, 5355, 5356
See Also Note
B.: Nusret, Kahveci Gürcü; İsmail, Kozlucalı; Fethi Bülend Zırhlısı; B.: Esrar, Esrarkeş Turistler; B.: Nusret, Kahveci Gürcü; B.: Ayak Mühürlemek cild 3, sayfa 1426; B.: Esrar, Esrarkeş turistler; B.: Hırpanî turistler; B.: Gökçınar, Mehmed
Theme
Other
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
In collaboration with  
Rights Statement
Cookie Policy
LPPD