Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ESNAF, İSTANBUL ESNAFI
“Esnaf - Vaktiyle muhtazam sınıflara ayrılmış san'atkârlar, dükkâncılar; Yorgancı Esnafı, Bakırcı Esnafı gibi. Esnaflık – Dükkânda işleyen veyâ öte beri satanların işi. Esnaf Kethüdâsı – Her esnafın hükûmetce işlerini gören ve kendilerinin kefâlet ve sâir işlerine bakan ve vergilerini toplayan adam. Esnaf Loncası – Doğrusu Loca, her esnafın ictima ve müzâkerâtına mahsus yer, kurdukları meclis” Şemseddin Sâmi, Kaamusu Türkî.
Eski toplum hayatımızda, geçim yolunu devlet kapusu dışında arayarak ticaret ve zanaat işe meşgûl olmak, bir dükkân açmak, imalâthane kurmak serbest değildi. “Gedik denilen bir sınırlamaya tâbi idi ve her sınıf esnaf ve san'at erbâbı XVII yüzyıl sonlarına kadar “Târîki Fütüvvet” (Merdlik, Yiğitlik Tarîkatı) yâhut “Tarîki Hirfet” (Esnaflık, Zanaat Tarîkatı) denilen topluluklar kurmuşlar, XVIII. yüzyıl başında da onların yerine “Esnaf Loncaları” kurulmuştur.
Ticâret ve zanaatı sınırlayan ve Ortaçağdan kalmış olan Gedik usûlünün kabaca târifi şudur: Dükkân yâhut imalâthane, serbest iş yerinin sayısı dondurulmuştur. Meselâ İstanbulda da 200 terlikçi dükkânının bulunduğu XVII. yüzyıl ortasında ne bir yeni terlikçi dükkânı açılabilir, ne de bu dükkânlardan biri kapanabilirdi. Hattâ dükkânlar hüviyet de değiştiremezdi. Yâni Çenberlitaş'da bulunan bir terlikçi dükkâ...
⇓ Read more...
“Esnaf - Vaktiyle muhtazam sınıflara ayrılmış san'atkârlar, dükkâncılar; Yorgancı Esnafı, Bakırcı Esnafı gibi. Esnaflık – Dükkânda işleyen veyâ öte beri satanların işi. Esnaf Kethüdâsı – Her esnafın hükûmetce işlerini gören ve kendilerinin kefâlet ve sâir işlerine bakan ve vergilerini toplayan adam. Esnaf Loncası – Doğrusu Loca, her esnafın ictima ve müzâkerâtına mahsus yer, kurdukları meclis” Şemseddin Sâmi, Kaamusu Türkî.
Eski toplum hayatımızda, geçim yolunu devlet kapusu dışında arayarak ticaret ve zanaat işe meşgûl olmak, bir dükkân açmak, imalâthane kurmak serbest değildi. “Gedik denilen bir sınırlamaya tâbi idi ve her sınıf esnaf ve san'at erbâbı XVII yüzyıl sonlarına kadar “Târîki Fütüvvet” (Merdlik, Yiğitlik Tarîkatı) yâhut “Tarîki Hirfet” (Esnaflık, Zanaat Tarîkatı) denilen topluluklar kurmuşlar, XVIII. yüzyıl başında da onların yerine “Esnaf Loncaları” kurulmuştur.
Ticâret ve zanaatı sınırlayan ve Ortaçağdan kalmış olan Gedik usûlünün kabaca târifi şudur: Dükkân yâhut imalâthane, serbest iş yerinin sayısı dondurulmuştur. Meselâ İstanbulda da 200 terlikçi dükkânının bulunduğu XVII. yüzyıl ortasında ne bir yeni terlikçi dükkânı açılabilir, ne de bu dükkânlardan biri kapanabilirdi. Hattâ dükkânlar hüviyet de değiştiremezdi. Yâni Çenberlitaş'da bulunan bir terlikçi dükkânı Çarşıkapı'ya nakledilemezdi. Böyle bir nakil için devlet izni şart idi.
Her esnaf zümresinin “Tarkîki Fütüvvet”, “Tarîki Hirret”lerini, daha sonra da Esnaf Loncalarını kuranlar o zümrenin gedik sahibi ustaları idi...
Bir Türk – Lonca kurabilmek için bir esnaf ve zanaat erbâbı zümresinin gereği kadar kalabalık olması lâzımdı. Müstakil bir Tarik – Lonca kuramayan esnaf, iş – zanaat bakımından en yakın kalabalık esnafa “Yamak Esnaf” olurlardı; meselâ Kaltakçılar, Gedelikçiler (eğerlere, kaltaklara köseleden büyük ok kuburları dikenler), Tekelciler (eğer altında hayvan sırtına örtülen pamuklu bez dikenler), Yularcılar, Kamçıcılar, Palancılar Saraç Esnafının; Paşmakçılar, Kavaflar, Çizmeciler, Mestçiler; Terlikçiler, Eskiciler de Pabuçcu Esnafının yamakları idi.
Bazı büyük işlerde de esnaf Tarik-Loncası patronlar tarafından kurulur, o patronlar sayesinde yaşayan esnaf, aynı yolda müstakil çalışan fukarâ esnaf onlara yamak olmuştu; meselâ Natırlar ve Dellâklar Hamamcıların; Kalafatçılar, Gemi Marangozları, Urgancılar, Yelkenciler, Ziftçiler, Katrancılar, Serenciler, Gemi Tulumbacıları, Pusulacılar, Gemi Saatçileri, Haritacılar; Dalgıçlar da Karadeniz Kaptanlarının; Pereme-Kayık Marangozları, Kayıkçılar, Mavunacılar da Akdeniz Kaptanlarının yamakları idi.
Aynı Tarik-Loncaya bağlı yamak esnafın gedikleri ayrı idi.
Eski esnaf teşkilâtı ve esnaf ile zanaat erbâbının islâm akide ve terbiyesine göre tâbi olmaya mecbur tutulduğu nizam, yukarda kaydettiğimiz Tarikîki Fütüvvet ismine nisbetle “Fütüvvetnâme” adı verilmiş eserlerde tesbit edilmişti. Fütüvvetnâmeler, toplum hayatımızda ilk islâmî esnaf nizamnâmeleri olduğu gibi, müslüman esnaf ve zanaat erbâbının da bir ilmihal kitabı idi.
Fütüvvetnâmelerde her hangi bir işin ve zanaatın önce kimin tarafından icrâ ve Peygamberimizin zamamnında ilk islâm toplumu içinde işlerin ve zanaatların eshabı kiramdan kimin tarafından işlendiği yazılmıştır. İşte eshabdan o kimseler memleketimizde Türk-müslüman esnaf tarafından kendilerine “Pîr” olarak kabul edilmiştir. Peygamberimizin zamanında bulunmayan işler ve zanaatlar erbâbına muahhar devirlerin ünlü bir siması Pîr olmuştur. İstanbul'da pek yakın zamanlara kadar müslüman Türklerin dükkânlarında, atölyelerinde, dükkânının, atölyenin en şerefli yerinde beyit bir levha halinde mutlaka bulunurdu; meselâ berber dükkânlarında:
Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız
Hazreti Selman Pâkdir pîrimiz üstadımız
hamamlarda da :
Her sabah besmeleyle açılır hammâmımız
Hazreti Muhsin bin Osman pîrimiz üstâdımız
levhaları okunurdu.
Yine Fütüvvetnâmelerde bütün peygamberler de bir iş ve zanaat sahibi olarak gösterilmiştir; onlar da esnafın ve zanaat erbâbının islâmdan önceki ilk pîri bilinmiştir.
Sonra, görülen ihtiyaçlar karşısında esnaf nizamını yeniden tesbit eden fermanlar çıkmışdır.
Önce Fütüvvetnâme kayıtları, sonra esnaf nizamı fermanları ile İstanbul'da, dolayısı ile Türkiye'de “Tarîki Fütüvvet-Tarîki Hirfet”lerde ve onların yerini alan Esnaf Loncalarında her lonca mensubu sıkı ve zincirleme kefalete bağlanmıştı.
Gedik sahibi ölünce, dükkân veya imalâthane o işin başında bulunmak, çalışmak şartı ile evlâdına kalırdı. Evlâdı yok ise, veya baba mesleğini terk etmiş ise o gedik mahlûl sayılır; Tarik-Lonca tarafından kendi başına dükkân veya imalâthane sahibi olmaya lâyık bir kalfaya devrolunurdu. Eski gedik sahibinin mirasçılarına, işi terketmiş evlâdına da dükkânda veya imalâthanede kalan malın, alât edevâtın değer bedeli ile gediğe takdir edilen bir peştemallık bedeli ödenirdi.
Her hangi bir esnafın veya zanaat ehlinin çırağı, gelenek ile tesbit edilmiş çıraklık müddetini ( işin zanaatın güç, ağır olduğuna göre en çok üç yıl) doldurunca ve ustasının da işi öğrendiğini tasdik etmesi üzerine, Fütüvvetnâmelerin tesbit ettiği şekilde çırak oğlanın beline merasim ile bir “Şed” (Peştamal) bağlanırdı ve çırak aynı dükkânda, atölyede kalfa olurdu.
Kalfanın ustalığa çıkması, o işte, zanaatda bir gedik mahlûlunun bulunmasına bağlı idi. Bunu ekseriya kalfanın kendisi arar; işi veya zanaatı terekedecek bir usta ile anlaşır; “Peştemallık-Peştamâliye” denilen bir bedel karşılığı gedik'i satın alır idi. Parası çıkışmaz ise Tarik-Loncanın yardım sandığından “Karzı Hasen” ile, faizsiz borç para alırdı. Önemle tekrar edelim; gedik arayan kalfanın ustalığa lâyık olduğu önceden mensup olduğu Tarik – Lonca tarafından kabul edilmiş olması gerekir idi. Bir kalfa ustalığa yükselirken de beline yine bir “Şed” (Peştamal) kuşatılır, ve bu münasebetle, çırak merasiminden çok daha parlak bir tören yapılırdı ve bu törene “Çırak Çıkarma” denilirdi.
Tarîki Fütüvvet – Hirfetler zamanında, XVII. yüzyıl sonlarına kadar İstanbul'da, dolayisiyle Türkiye'de esnaf teşkilâtı şu kimseler tarafından idâre edilmiştir:
ŞEYH – XVII. yüzyıl sonuna kadar Terîki Fütüvvet-Hirfetlerin reisi. Tarîki kuran esnaf tarafından kaydı hayat şartı ile seçilirdi. Bu seçime o tarîka bağlı yamak esnaf katılmazdı. Tarîki kuran esnaf zümresinin namlı, yaşlı, fazîletli bir siması olurdu. Esnaf şeyhleri dinî tarikat şeyhleri ile karıştırmamalıdır. Şeyhin sözü, o tarîki kuran esnaf zümresi ile tarîka bağlı yamak esnaf üzerinde kesin bir kuvvetde idi. Tarîki Fütüvvet-Hirfetler yerine Loncalar kurulunca, Loncada şeyhlerin yerini aynı vasıflar aranılarak seçilen “Lonca Ustası” aldı. Evliyâ Çelebi XVII. yüzyıl ortasında İstanbul'da 105 nefer esnaf şeyhinin bulunduğunu kaydediyor.
İstanbul Kadılığının sicil defterindeki bir kayıt da gösteriyor ki, yalnız Berber Esnafı loncanın reisi için Şeyh unvanı XVII. yüzyıl sonlarına kadar muhaaza edilmiştir. Loncalarına ait bir mes'ele için şer'î mahkemeye baş vuran berber esnafı idârecileri şöyle sıralanmışlardır: “Asitânei Aliyyede Berberan Esnafının kethüda vekili Seyyid Mehmed Usta ve Yiğitbaşıları Mehmed Sadık Usta ve Şeyhleri Abdullah Efendi ve Duacıları Seyyid Osman ve Çavuşları Salih ve ihtiyarlarından İsmail ve...” (H. 1210; M. 1795 – 1796).
NAKİB – Tarîki Fütüvvet – Hirfetlerin idâre âmiri; tarîki; tarîki teşkil eden esnaf zümresi ile ona yamak esnaf zümrelerinin bütün işlerini çeviren bir zât idi ve tarîki kuran esnaf tarafından seçilirdi. Doğruluğu ile tanınmış kimse olması şarttı. Loncalar kurulunca Nakiblik kaldırıldı, vazifesi Kethüdâ'ya devredildi.
Bazı kalabalıkça yamak esnafın ayrıca kendi Nakibleri olurdu: XVII. yüzyıl ortasında Evliyâ Çelebi İstanbul'da 300 nefer esnaf nakibi bulunduğunu kaydediyor ki 105 şeyhin yanında 300 nakib arasındaki büyük fark, yamak nakiblerinden gelir.
DUÂCI – Esnafdan olması şart değildi. Salih bir kimse olarak seçilir ve kendisine tarik sandığından yıllık bir ücret ödenirdi. Bazı esnaf zümreleri duacılarını loncalar devrinde de muhafaza etmiştir. Berber esnafında çırakların peştemal kuşanması, kalfalık imtihanında, kalfa olacak çırak oğlan lonca odasında ve berber ustalarının huzurunda Duâcı Efendi'yi tıraş ederdi.
ÇAVUŞ – Esnaf tarîkinde bir nevi inzibat zâbiti idi; sorumlu, suçlu esnafı, Şeyhin riyâsetinde Nakib ile esnaf ihtiyarlarının teşkil ettiği tarik divânında sorguya çekilmek üzere çavuşlar gidip çağırır ve alıp getirirlerdi. Esnaf ve zanaat erbâbı çavuşun dâvetine hemen uyarak gitmeye mecbur idi. Yamak esnafın çavuşları kendi zümreleri içinden seçilirdi. Evliyâ Çelebi esnaf çavuşlarının 415 nefer olduğunu kaydediyor. Aynı yüzyılın sonlarında Çavuşların yerini Yiğitbaşı'lar aldı.
KETHÜDÂ (KÂHYA) – Eski esnaf teşkilâtında önceleri Tarîki Fütüvvet-Hirfetler ve sonra Esnaf Loncaları ile Hükûmet arasında vasıta olan kimse; Esnaf Kethüdâlığı, Kâhyalığı ve Tarikde-Loncada hükûmeti temsil eden resmî bir memuriyet idi. Hükûmet tarafından tâyin ve azil edilirler; önceleri Tarik, sonra da Lonca sandığından gündelik hesabı ile maaş alırlardı. Tarîkin-Loncanın zenginliğine denk olarak maaşları değişirdi. İşi de, sorumluluğu da ağır bir memuriyet idi.
Esnaf Kethüdalarını kendi içlerinden biri olarak esnaf seçer. İstanbul Kadılığına arz eder; kadılık tahkikatını yapar; seçilen zâti kethüdâlığa lâyık görürse hükûmetçe tâyini yapılırdı. Bazan da bir esnaf kethüdâlığına o esnaf zümresinin dışından bir zâti hükûmet münâsib görür ve tâyin ederdi. Meselâ XVII. yüzyılda büyük musikişinas Mustafa Itrî Çelebî, Esirciler Kethüdâlığına böyle tâyin edilmiştir. (B.: Itrî Çelebi, Mustafa)
Hükûmetçe esnafa yapılacak tenbihler, esnafdan istenecek yardımlar, narhlar, esnafa kethüdâları vasıtası ile bildirilirdi. Esnafın hükûmetten istekleri, bazı şikâyetleri hükûmete keza kethüdâ vasıtası ile arz olunurdu.
Bir esnaf kethüdâsının başlıca vazifesi de kethüdası bulunduğu esnaf zümresinin esnaf nizamına ve narha riayetini sağlamak ve esnafın haklı isteklerini, yerinde şikâyetlerini hükûmete lâyık olduğu önemle duyurmak ve bunların tahakkukunu temin etmekti. Bu bakımdan bir esnaf kethüdâsının hem esnaf arasında, hem hükûmet nezdinde itibarlı, şerefli kişi olması lâzımdı. Vazifesinin şerefini idrâk etmeyen bir kethüdâ, uygunsuz esnafın türlü yollardan hile ve hırsızlıklarına rüşvet karşılığı göz yumarak, sonu kendisi için çok tehlikeli de olsa büyük menfaatler sağlayabilirdi. Esnafı murakabe, kontrol bahanesi ile esnafa zulmeden ve bu yoldan bazı menfaatler sağlayan, kethüdâsı bulunduğu esnaf zümresi arasına nifak, ikilik sokan kethüdâlar da görülmüştür.
İstanbul Kadılığı sicil defterlerinde aşağıdaki kayıd bir kethüdânın tâyin şekline örnekdir:
“Kalaycılar Kethüdâsı Muslu bin Şaban Usta, Kalaycılar Yiğitbaşısı Ali bin Mustafa ve kalaycı esnafı ihtiyarları meclisi şer’a (kadılığa) geldi. Kethüdâları Muslu Ustanın kendi isteği ile kethüdâlıktan çekildiğini arz ederek içlerinden Kenan bin Abdullahın kethüdâlığa lâyık olduğunu beyan ile tâyinini istediler; muvafık görüldü ve o da bu vazifeyi kabul ettiğinden tâyini yapıldı.” (H. 1074, M. 1664)
Bir kethüdâ değiştirilmesi için ferman:
“İstanbul Kadılığına hüküm ki,
“Düğmeci, kaytancı ve ibrişimci esnafı arzuhal vermişler, kethüdâları kendi işlerine tâyin edilegelirken, bir esnaf zümresine başka bir esnaf zümresinden kethüdâ tâyini âdet değilken Kolancılar Esnafından birisi bunlara kethüdâ tâyin edilmiş. Haklıdırlar, o kethüdâyı çıkarıp Düğmeci, Kaytancı ve ibrişimci esnafına, kendilerinden bir kethüdâ tâyin edilsin.” (H. 1109, M. 1698)
Esnaf Kethüdâlığı 24 Nisan 1328 (7 Mayıs 1912) tarihli bir talimatname ile kaldırıldı; fakat İttihad ve Terakki Fırkası (Partisi) siyasî mücadelelerinde ve bilhassa mebus seçimlerinde esnaf servetinden ve esnaf kalabalığınını oylarından istifade etmek için esnaf teşekküllerinin başına “Kâtibi Mes’ul” unvamı ile birer kethüdâ, esnaf kâhyası tâyin etti.
Esnaf Kethüdâlıkları kesin olarak Cumhuriyet devrinde kaldırıldı. Fakat zamanımızda iskelelerde sandalcı nöbetlerini, durak yerlerinde taksi, otomobil nöbetlerini ve bazı faal işyerlerinde arkalıklı hammal nöbetlerini idare eder kimseler hâlâ Kayıkçılar Kâhyası, Taksi Kâhyası, Hammallar Kâhyası unvanlarını taşırlar.
YİĞİTBAŞI — XVII. Yüzyılın ikinci yarısında eski esnaf çavuşlarına verilmiş bir unvandır. Loncalar kurulduktan sonra loncadaki mevkii, kethüdâdan sonra gelirdi. Yiğitbaşılar esnaf tarafından seçilirdi.
ESNAF İHTİYARLARI — Tarîki Fütüvvet – Hirfetlerde Şeyh, Nakib, Kethüdâ ve Çavuşun; Esnaf Loncalarında da Kethüdâ ve Yiğitbaşıların iştiraki ile kurulan idare heyetlerinin âzaları olup bir idare heyetinde kaç ihtiyar ustanın bulunduğunu tesbit edemedik. Mensub oldukları esnaf zümresi tarafından seçilirlerdi ve daima işine, zanaatına yıllarca emek vermiş, namusu ile, doğruluğu ile seçkin bir mevki kazanmış kimselerden olurlardı.
LONCA — Tarîki Fütüvvet-Hirfetlerde esnaf zâviye ve dergâhlarda toplanırlardı. Tarîkin vakıf demirbaş eşyası ve esnaf sandığı da o dergâhda, zaviyede bir odada muhafaza edilirdi. Çırağa peştamal kuşatma ve kalfayı usta yapma (çırak çıkarma) gibi merasim de oralarda yapılırdı. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi Tarîki Fütüvvet-Hirfetler XVII. Yüzyılın ikinci yarısına kadar sürmüştür. Onların yerine XVII. yüzyıl başlarında Esnaf Loncalarının kurulmasının başlıca sebebi, esnaf zümreleri içinde bulunan ve büyük kalabalık teşkil eden gayri müslim esnaf ve zanaat erbabının durumudur. Bir esnaf zümresinin müslim ve gayri müslim bütün mensuplarını ilgilendiren meseleleri tam bir serbestlik içinde konuşabilmek için buluşma, toplanma yerinin dinî bir müessese olmaması lâzım geliyordu. Loncalar, her esnaf zümresinin toplu olarak bulunduğu ve aynı zanaatı işler kişilerin çalıştığı bir çarşı boyunda, bir han içinde açıldı ve idarelerinin başına Şeyh ile Nakib yerine Kethüdâ ile Yiğitbaşı geçti.
Esnaf Loncaları bir müddet sonra aynı kethüdanın reisliği altında Müslüman ve gayir müslim loncalar olarak bölündü ve bu loncalar kendilerine ayrı ayrı müslim ve gayrı müslim birer yiğitbaşı seçtiler. Şu ferman sureti loncaların bu suretle ikiye ayrılmasının sebebini göstermiş olabilir:
“İstanbul Kadısına hüküm ki,
“İstanbul’daki zimmî (gayri müslim) terzi esnafı Divânı Hümâyuna arzuhal verip kethüdâları olan İsmail ile onun oğlu ve yiğitbaşıları olan Halilden şikâyet etmişlerdir. Sizi küreğe attırırım tehdidi ile zimmî terzi esnafından şeriat ve kanun dışı kuzu parası, bayram parası, ziyafet parası diye para alıp zulm ederlermiş. Bu zulümlerini gün günden arttırıp istenilen parayı veremiyenleri falakaya koyup bazılarını değnek, bazılarını sille yumruk ile döverlermiş. Terziler kethüdâsı İsmail ile Yiğitbaşısı Halilin bu hallerden şiddetle men’i, hilâfında hareketden sakınmaları.” (H. 1177, M. 1764).
Esnafın yeni içtima yerine verilen Lonca adı İtalyanca hücre, oda anlamında Loggia kelimesinden alınmıştır; esnaf loncalarına, adının lûgat mânası ile “Esnaf Odaları” denilebilir.
Meşrutiyetin ilânında esnaf kethüdâlıkları kaldırılırken loncalar da kapatıldı.
SANDIK — Her esnaf zümresinin bir yardımlaşma sandığı vardı. Tariklerde Şeyhin ve Nakibin, sonra Loncalarda Kethüdâ ile Yiğitbaşının nezaret ve sorumluluğu altında bulunurdu. Esnaf sandıklarının gelir kaynakları:
Çırağın kalfalığa ve kalfanın ustalığa peştamal kuşanma merasiminde kadim gelenek icabı ustalarının verdiği paralar;
Çırak, kalfa ve ustalardan keselerinin tahammülü derecesinde haftalık, yahut aylık aidat;
Sandıktan yapılan ikrazların yüzde 1’i faizleri (Tarikler devrinde faiz yoktur, bu küçücük faiz Loncalar devrinde konmuştur);
Zengin esnafın vasiyetnamelerle sandığa bıraktığı paralar;
Varis bırakmadan ölen zengin esnafın yine vasiyetname ile tarikine veya loncasına bıraktığı emlâkin geliri;
Hiç umulmayan bir yerden “Tayyârat” adı verilen bağışlar.
Loncaların, bir gelenek olarak esnaf tarafından verilmiş, vakfedilmiş ve zaman ile büyük bir maddî kıymet almış demirbaş bakır takımları vardı. Bunlar, peştamal kuşanma törenlerinde verilen ziyafetlerde ve esnafın toplu olarak yaptıkları kır gezintilerinde kullanılırdı. Halkın yaptığı düğünlere de birkaç günlüğüne kira ile verilirdi, bu da sandığa bir gelir sağlardı.
HANLAR, ÇARŞILAR — Aynı iş ile meşgul zanaat ehli ve esnaf umumiyetle bir han içinde yahut bir çarşı boyunda, bir çarşının bir bölümünde toplanmış olurdu. Meselâ İstanbul’da Büyük Saraç Hanı (Saraçhane), Ketenciler Hanı, Fermeneciler Çarşısı, Dökmeciler Çarşısı, Mısır Çarşısı (Baharatçılar), Kürkçü Hanı; Yağ Kapanı; Bal Kapanı, Örücüler Hanı, Sırmakeş Hanı ve daha bunlara benzer yüzlerce isim hatırlanabilir.
Zanaat ehli ile esnafın bekâr uşakları da bekâr hanlarında, bekâr odalarında bir arada barınırlardı, bu hanlara, odalara da önceleri Tarik, sonraları Lonca kefaleti ile alınırlardı. Bekâr hanlarına ve odalarına da bazan o bekâr uşaklarının mensup oldukları zümreey göre isim verilir, Saraç Odaları, Pabuççu Odaları, Debbağ (Tabak) Odaları, Kayıkçı Odaları, Yelkenci Odaları denilirdi. Şehir âsâyiş ve huzurunu bozacak hallere mâni olacak sıkı inzibat tedbirleri alınırdı (B.: Bekâr, Bekâr Uşağı, Bekâr Uşağı Nizâmı, cild 5, sayfa 2393; Dükkân, cild 9, sayfa 4807).
İstanbulun Eski Müslüman Türk Esnafınca makbul Ahlâk — Eski teşkilâtı içinde esnafın dinî tarikatlerle yakın münâsebeti vardı. Ustalar, kalfalar bir şeyh tarafından irşâd edilir, onlar da çıraklarını terbiye ederlerdi, bu tesir altında eski İstanbul esnafında doğruluk ve kazanç hakkına kanaat iki büyük meziyet olarak yerleşmişti. Zanaat ehli imalâtını istenilen, aranılan evsâfına uygun yapar, ticâret ehli de tartı ve ölçüde hilesiz, ve ancak meşru kârını alarak satardı. Yüz yıllar boyunca esnaf arasından bu ahlâk prensiplerine riâyet etmeyenler elbet ki çıkmışdır, o gibiler de her esnaf zümresinde evvelâ kendi loncaları tarafından hükûmete ihbar edilir, tâkib olunur ve cezalandırılırdı.
Ünlü Fransız coğrafya bilgini Elisée Reclus (1830-1905) “Géographie Üniverselle = Cihan Coğrafyası” isimli büyük ve çok meşhur eserinde şunları yazıyor: “Türkün faziletleri o kadar büyükdür ki hattâ kendisine ihânet eder. Nâmuslu, sözüne sâdık olduğundan borcunu ödeyebilmek için son derece çalışır. Hıristiyan tefeciler de bundan istifade ederek ona ömrünün sonuna kadar esir edecek ikrazlarda bulunurlar. Türk hiçbir zaman aldatmaz, o kadar nâmuslu ve doğrudur ki aynı işi yapan dükkân komşuları rumlar, Suriyeliler, İranlılar ve Ermeniler Türklerin bu iç saflığı ile alay ederler, onları acınacak bulurlar.”
Büyük İtalyan edîbi Edmondo de Amicis de (1846-1908; B.: Amicis, Edmondo de, cild 2, sayfa 782) İstanbul seyahatnamesinde İstanbul esnafından bahsederken şunları yazıyor: “... Rum müşteriyi seslenip çağırır, eliyle koluyla işaretler yaparak dâvet eder; Ermeni biraz daha temkinlidir; Yahudi, malını kulağa fısıldayarak arz eder; Türke gelince, sessiz, müşterisini sadece bakışları ile çağırır. Bir Türke, söylediği fiat için, sakın biraz aşağı olmaz mı diye pazarlığa girişmeyin, bunu kendisine hakaret sayar, ve: – Ben hırsız mıyım ki önce sizden hakkım olmayan fâhiş bir para isteyeyim ve sonra pazarlığa girişeyim!.. der...”.
Benim de feyz aldığım Darüşşefaka mezunlarından köprü mühendisi Edhem, ikmali tahsil için İngiltereye gitmişdi, onun naklettiğine göre Birmingham şehrinin ticaret odasında bir duvarda şu yazı asılıymış: “Hakiî Türklerle her hangi surette olursa olsun istediğiniz ticareti yapabilirsiniz, fakat şarkın rumları ile Ermenilerinden kat’iyyen sakınınız”.
Eski esnaf ahlâkı üzerine bir iki misal verelim, aşağıdaki satırları İstanbul Kadılığı sicil defterlerinden alıyoruz:
“Dokumacı esnafı Kethüdâsı ve Yiğitbaşısı ve ihtiyarları mahkemeye gelerek Perdahcılar Hanındaki ipekçi Nikoli veledi Mavridi’nin bozuk bez dokutup sattığından şikâyette bulunmuşlar, Nikoli mahkemeye celbolunup suçunu îtiraf etmiş, bundan böyle evsâfı bozuk bez dokutmayacağını taahhüdle dükkânında öyle bez çıkarsa cezasına râzı olduğunu söylemişdir, dokumacı esnafı da şikâyetlerini şimdilik geri almışlardır”. (1206, M. 1792)
“Kılıçcı esnafının Kethüdâsı ve Yiğitbaşısı ve şâir ustaları mahkemeye gelerek kılıçcı esnafından Hüseyin bin Hasanın sakız ağacından yapdığı kılıç kabzalarını siyaha boyatarak abanoz kabzalı kılıç diye sattığını ve müşterileri aldattığını şikâyet etmişler, Hüseyinin suçu sabit görülmüş, kılıçcı esnaflığından ihraç edilmişdir.” (1138, M. 1726).
İşte esnafın bu gibi dikkati neticesidir ki hükûmet hak ve vazifeleri arasında bulunan murâkabeyi her esnaf zümresinin kendisine terketmişdi.
Bizim eski esnafımızda en büyük ahlâkî zaaf, sanat sırrı üstündeki kıskançlık olmuşdur. El ile işlenen zanaatlarda uzun tecrübelerle elde ettikleri ince, büyük hünerleri namlı ustalardan çoğu bir sanat sırrı olarak saklamışdır, en sâdık kalfasına, hattâ öz oğluna bile öğretmeden o sırrı kendisiyle birlikde götüren ustalar vardır. Bu kötü huy en basit işlerde bile deprenmişdir, Ebüzziya Tevfik Bey anlatıyor; Derviş Ali adında bir terlikçi ustası sokakda kimsesiz kalmış Riza adında zeki ve çok güzel bir çocuğu evine almış, oğlancık bekâr hayatı süren Derviş Alinin uşağı olmuş, hâmisi terlikçilik sanatını öğretmeden işi onun çalışmasına bakarak öğrenmiş. Bir gün Derviş Ali bir iş için evden ayrıldığında Riza onun yarım bırakdığı bir çift terliği ustasının işinden farksız olarak dikip tamamlamış ve takdir görme ümidi ile Derviş Ali’yi heyecanla beklemiş. Terlikci gelmiş, terlikleri görmüş:
— Bugün buraya kim geldi?.. diye sormuş.
— Kimse gelmedi.
— Bunları kim dikdi:
— Ben!
Bir kesilmiş terlik teki vermiş ve:
— Al şu tığla iğneyi eline de gözümün önünde dik göreyim!.. Demiş. Oğlan sür’atle ve mükemmelen dikmeye başlayınca:
— Peki , inandım, bırak!.. demiş.
Ve ertesi sabah:
— Ben bir şeyi istersem öğretirim, sen istemediğim halde bu sanatı bakarak öğrendin; hattâ usta olmuşsun, iki usta bir arada işlemez!.. diyerek oğlancığı aldığı sokağa atmış. Bu Rıza da önce hamam külhanlarına düşüp bir Külhan Beyi olmuş, sonra da yaman bir kalpazan olarak Rodos Zındanına atılmışdır (B.: Külhan Beyleri; Riza, Külhanbeyi).
Eski esnafda görülen en büyük meziyetlerden biri, çırağın kalfasına, kalfanın ustasına, ustanın da lonca ihtiyarlarına sonsuz itaatıdır. Zâten eski terbiye usulümüzde bir çocuk mektebde hoca ve bir dükkânda, imalâthânede usta eline verilirken velisi tarafından “Eti senin, kemiği benim” denilirdi. Çırak çocuğun içtimaî mevkii ne kadar yüksek olursa olsun o mevki hoca ve usta önünde hiçe inerdi. Evliyâ Çelebinin naklettiği şu fıkra hakikat olmasa da esnaf hayatımızda bir terbiye örneği olarak güzel misaldir; büyük muharrir şöylece anlatıyor:
“Kuyumcular esnafına şöhret veren Birinci Sultan Selim ile Kanunî Sultan Süleymandır, çünki bu iki pâdişah Trabzonda kuyumculuk tahsil etmişlerdi. İstanbulda Unkapanının iç yüzünde Kostantin adında bir rum kuyumcu vardı ki Sultan Süleymanın ustasıydı. Bir gün Kostantin çırağı şehzâdeye kızmış, sana bin değnek vuracağım diye yemin etmiş. Şehzâdenin anası Sultan Süleymanın suçunu affettirmek için Kostantine bin altın göndermiş, usta da bu altınları alıp ondan (saç teli kadar) ince beşyüz tel çekdirmiş, ve Sultan Süleymanı falakaya yatırarak çıplak tabanlarına bu tellerle iki defa vurmuş ve yemininden kurtulmuş..”.
İtaatsızlığı veya herhangi bir suçu görülen çıraklar ustası tarafından loncaya şikâyette bulunur, çırak oğlana loncada falaka dayağı atılırdı. Suç ağırca olduğu zamanlar bu dayak da pek yaman olurdu.
Esnafda bu itaat, esnaf çıraklarının kalfalarının yeniçeri taslakcı olmalarından sonra bozulmuştur.
Esnafın sekir verici içkiler kullanması da en büyük kusurlardan, esnaflığa asla yakışmayan hallerden bilinirdi; içki içen, beş vakit namazda ihmâli görülen çırak ve kalfalar tenbih ile uslanmazlarsa lonca kararı ile işden derhal atılırlar idi. Esnafın arasında ayyaşlığın yayılması da yeniçeri taslaklığı ile başlamışdır.
Yine o zaman sonradır ki esnaf çırakları ve kalfaları arasında okur yazarların sayısı hemen hiçe inmişdir. Esnaf çıraklarının okutulması yeniçeri ocağının kaldırılmasından, 1826 dan sonra İkinci Mahmud tarafından ele alınmışdır (B.: Sibyan Mektepleri, İlk Tahsil Mecburiyeti; Çırak Mektebi, cild 7, sayfa 3941).
Osman Nuri Ergin
Peştmal Kuşatma ve Çırak Çıkarma Merâsimi — Tanzimatdan önceki esnaf hayatında bir zanaata, işe intisab eden çırak çocuğun, delikanlının, ozanaat, iş için kabul edilmiş çıraklık müddetini tamamlayarak kalfasının ve ustasının tensibi ile aynı zanaata mensup bir heyet huzurunda meslekî bir imtihanla, zamanımızın diploması yerine beline bir peştamal kuşatılırdı. Peştamal kuşanan çırak oğlan kalfa olur, o zanaatın, işin loncasında kayıtlı esnafından sayılır idi.
Esnaflık Gedik usulü ile sınırlanmış olduğuna göre, müstakil dükkân sahibi usta olması bir dükkân gediğinin mahlûle çıkmasına kalırdı (B.: Gedik).
Bir kalfa, ya varis bırakmadan ölen ustasının yerine, yahut aynı zanaat, iş üzerinde diğer bir ustanın ölümü üzerine, mensub olduğu lonca erkânınca ustalığa lâyık görülürse ikinci defa olarak bir de ustalık peştemalı kuşanırdı. Esnaf arasında bu ustalık peştemalı kuşatma merasimine “Çırak Çıkarma” denilirdi.
Çırak çıkarılan, yani dükkân sahibi olan kalfa da peştamal kuşanır iken, İslâmî akide ve geleneklere dayanan esnaflık ahlâk ve terbiyesinden bir imtihan verir, bu vesile ile bir nevi tarikat âyinine benzeyen merasim yapılırdı.
Tanzimattan önceki devirde her Müslüman esnaf zümresinin, kadim hâtıralara dayanarak dinî bir tarikat ile yakın münasebetleri vardı. İslâmî esnaf teşkilâtı, İslâmî akide ve geleneklere dayanan esnaflık ahlâk ve terbiyesinin esasları ve peştamal kuşanma, çıkar çıkarma gibi merasim, bir nevi esnaf ilmihali diyebileceğimiz kitaplarda tesbit edilmişdi ki, evvelce kaydettik, o kitaplara “Fütüvvetnâme” adı verilmiştir. Çırak çıkarma merasimindeki imtihan, işte bu Fütüvvetnâmelerdeki malûmat, bilgi üzerinden olurdu.
Esnaf peştemalını hamam peştemalından ayırdetmek için, müteassıp, titiz yazarların elinden çıkmış eski metinlerde, esnafa kuşatılan peştamal, aynı anlamda “Şed” kelimesi ile ifade edilmiştir. Fütüvvetnâmelerde de bu kelime kullanılmıştır.
Evliya Çelebi, Fütüvvetnâmelerin kaydı ile kendi müşahedelerini birleştirerek çırağa Peştamal, Şed kuşanma merasimini şöylece anlatıyor:
“Evvelâ o esnaf zümresinin nakibi, şâkirdin (çırak) sağ elini kendi sol elini ealıp mecliste hazır olanların huzurundan geçirip seccâdesinde oturan Pîrin (şeyhin) önüne getirir ve:
— Esselâmü aleyküm yâ ehlüşşeria!..”
“ Pir de:
— Aleykümüsselâm yâ ehlüttarika vel mârifet vel hakikat!..” diyerek dört kapı selâmlarını ifa ederler (Dört kapu: Şeriat, Tarîkat, Mârifet, Hakikat).
“Sonra şâkird besmele çekip geri geri giderek kapu yanına varır ve orada durur. Şâkirdin sağ tarafında nakib ve sol tarafında çavuş olduğu halde tekrar ortaya gelirler ve şâkird meclis huzurunda zanaatı, işi üzerine mârifetini (yaptığı bir eseri) arz eder. Makbûle geçerse meclisi teşkil edenler!..
— Bu zâti posta müstahak gördük. Allah mübarek eyleye!” der.
“Fâtiha okunur. Allahü Ekber Allahü Ekber diyerek Peygamberimizni dört yâri aşkına zikredilir. Kerbelâ Şehidleri ve Oniki İmam yâd olunur. Nakib, yüzyetmiş tarikatın kurucularını teker teker yâd ederek ruhlarını şâd eder. Sonra Şâkirdi ustasına teslim eder.” Ustası da artık mânen evlâdı olan şâkirdini tekrar meydana getirerek kendi belindeki Şed’i (Peştemalı) şâkirdin beline bağlar. Sağ el sağ ele, iki baş parmakları dışarda kalmak üzere biat ve aht ederler (sadakat yemini verirler). Sonra mecliste bulunanlardan biri “İnnelleziyne yübâyiûneke...” âyeti kerimesini tilâvet edip Fâtiha ile merasim bitmiş olur. Pîr şâkirdi önüne alır ve şu nasihatta bulunur:
— Ey oğul!.. Evvelâ harama bakma, yalan söyleme, haram yeme, haram giyme, haram içme, ekmek tuz hakkına ihanet etme; ihtiyarları hor görme, uluların önünden gitme, sabretmesini bil, tahammül etmesini bil, bir şey koymadığın yere el uzatma, emanete ihanet etme, kanaat sahibi ol!.. diyerek bu sözlerinin kulağına küpe olması için şâkirdin kulağını çekerek ensesine bir tokat atar, ve:
— Gaafil olma, gözünü aç, gün akşamlıdır!..” der.
Yine Evliya Çelebi, kalfayı çırak çıkarmada, dükkân sahibi usta yapmada bağlanan şed için, bunun ayrı bir tören olduğunu aydınlatmadan, belirtmeden şunları yazıyor:
“Ustanın şâkirdi (çırağı) beline bağladığı şedden gayri bir şed daha vardır. İpekten, kutnudan, sofdan bu ikinci şed şâkirdin (şâkird kelimesi burada artık çırak değil, kalfadır) beline değil, sağ koltuğu altından ve sol omuzu üstünden geçirilerek hamaylı tarzında bağlanır. Bu şed bağlandığı zaman meclisde hazır bulunanlar:
— Yürü Allah yardımcın olsun postun mübarek olup kazancın helâl olsun! diye hayır dua ederler.
“Şâkird besmele çekerek kendi pirinin, nakibinin, çavuşunun ve kethüdasının ve meclisde misafir olarak bulunan sair esnaf pirlerinin ve esnaf âmirlerinin ellerini öper, sonra arka arkaya yürüyüp kopudan edeple çıkar ve bu meclisde bulunanlar için bir ziyafet verir. Benim üstadlarımdan gördüğüm budur, Fütüvvetnâme de böyle yazar.”
Evliyâ Çelebinin ikinci şed tâbirinden şöyle bir mâna çıkarmak mümkündür. İlk sahne bir çırağın peştamal kuşanma merasimi olmakla beraber, aynı tören kalfaya usalık peştemalı kuşatılmasında tekrar edilerek de, fakat kalfaya ikinci bir şed, peştamal da hamaylı gibi bağlanmaktadır.
Evliya Çelebinin kullandığı “Post” kelimesi, dükkân, tezgâh, iş anlamındadır. Bir kalfa usta olurken Fütüvvetnâme ile verdiği imtihanda sorular ve cevaplar muayyen olup şunlardı:
— Eşrefi mahlûkat olan beni Âdemin ceddi Âdem Safiyyullahdan Hâtemülenbiya Efendimiz hazretlerine kadar peygamberler hangi sanatı işlediler?
— Hazret-i Âdem ekinci ve çiftçi idi, Hazreti Şît kazzaz ve hallaç idi, Hazreti Hûd tüccar idi, Hazreti İbrahim Halepte sütçü idi, Mekke-i Mükerremede Kâbe-i Muazzamayı yaparken mimar oldu, Hazreti İsmail avcı idi, Hazreti Yusuf zındanda günlerini bilmek için saat yapardı, Zülküfül Peygamber ekmekçi idi, Üzeyir Peygamber bahçıban idi, Hazreti İşmuil tercüman, Hazreti Süleyman hurma yaprağından zenbil yapardı, Ermiya Paygamber cerrahdı, Hazreti Daniyal falcı idi, Hazreti Lokman hekimdi, Hazreti Yunus balıkçı idi, Hazreti Musa çoban idi. Hasret-i İsa seyyahdı, mefhari Mevcûdat Efendimiz de mücahidi fî sebilillâh idi.
Sanat sahibi olmaki için ne lâzımdır?
— Söz sahibi ve şed sahibi olmak lâzımdır..
— Söz kimden kaldı:
— Efendimiz Muhammed Mustafa’dan kaldı...
— Şed kimden kaldı?
— On kişiden kaldı: Hazreti Âdem cennetten çıkınca melâikelerden utanıp eteb yerine incir yaprağı kuşandı, ikinci Hazreti İbrahim Kâbeyi yaparken şed kuşandı, üçüncüsü Nuh Peygamberdir ki gemi yaparken kuşandı, dördüncüsü Efendimizdir ki Mirac gecesi şed kuşandı, beşinciden onuncuya kadar Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hamza, Hazreti Halid bin Velid, peygamberden mezun olup şed kuşandılar...
— Şedin mânası nedir:
— Şeytanî nefis ile daim mücadele edip vesveseden kurtulmadır...
— Sanat karındaşlığı kimden kaldı:
— Hazreti Âdemden kaldı ki Cebrail Aleyhisselâm ile karındaş oldular.
— Dört kapu selâmı nedir:
— Şeriat, Tarikat, Hakikat, Mârifettir.
— Mârifet nedir:
— Kendi nefsindeki eksikliği bilmektir
— Bunu bilmeyenin kazandığı para ne olur?
— Haram olur...
Evliya Çelebi kaydetmiyor. Fütüvvetnâmelerde yazılıdır; çırak oğlan kalfalık imtihanında meclis huzuruna mutlaka yalın ayakla çıkardı. Eşiği atlamadan yüksek sesle şu kıt’ayı söylerdi:
Eşiğimde komuşum ben cânü ser
Tâ vücudum ola safi hem çü zer
Eşiğimde hâcetim budur benim
Kim kılasın ben fakire bir nazer
Sonra eşiği, önce sağ ayağını atarak atlardı, ve:
Selâmü aleyküm ey erenler
Ki dünya varlığını terk edenler.
derdi. El öpmek üzere Pîrin (Şeyhin) önüne vardığı zaman da şu kıt’ayı söylerdi:
Şem’i tevfîki hidayetdir yüzün.
Sureti Hakdan işarettir yüzün
Ehli tevhide beşarettir yüzün
Haccü ihrâmü ziyarettir yüzün
Bu merasim esnaflığın Tariki Fütüvvet-Hirfetler devrine âiddir. Hiçbir kayıd olmamakla beraber Loncalar devrinde terk edilmiş olduğunu zannediyoruz.
Esnafın Mesîre Eğlenceleri — Çok eski bir gelenek olarak İstanbul Esnafının hemen her zümresi yılda bir defa bütün çırakları, kalfaları, ustaları, âmirleri ve ihtiyarları ile toplu olarak, aralarında sureti mahsusada topladıkları para ile Haydarpaşa Çayırı, Küçüksu Çayırı, Beykoz Çayırı, Büyükdere Çayırı, Florya ve Kâğıthane mesirelerine gider, çadırlar ve lonca malı vakıf mutfak ve sofra takımları götürerek bir iki gece orada kalırlar, gençler türlü oyunlar, yaşlılar ârifâne sohbet ile eğlenirlerdi. Her esnaf zümresinin her yıl aynı mesireye gitmesi de gelenek icabı idi; meselâ Terlikçi esnafı daima Beykoz Çayırına on senede, bazan yirmi senede bir mesirede 15-20 gün kalırlar, zamanımızın tâbiri ile Çadırlı Kamp hayatı geçirirlerdi.
Esnaf Nizâmı — Yüzyıllar boyunca İstanbul Esnafının tâbi olduğu nizamlar İstanbul Kadılığı tarafından tesbit edilmiş ve Esnaf Ketküdâları ile esnafa tebliğ edilmişdir; ve devir devir bu tenbihler tâzelenir, esnafıntenbihlere, nizama riayet edip etmediği İstanbul Kadısı adına Ayak Nâibi tarafından teftiş edilmişdir. Esnaf nizamlarının birer sûretleri de büyük şehrin diğer üç kadılığı olan Eyyub, Galata ve Üsküdar Kadıları tarafından kendi bölgleerindeki esnafa bildirilmiştir. Bu eski esnaf nizamnâmeleri için zamanımızın tâbiri Belediye Zabıtası Tâlimatnâmesi denilebilir. Örnek olarak aşağıdaki satırları Hicrî 1040 (M. 1630 -1631) ve Hicrî 1091 (M. 1680) tarihli nizamnâmelerden alıyoruz:
EKMEKÇİLER, ÇÖREKÇİLER — Ekmekçinin ekmeği ve çörekçinin çöreği çiy, kara, ekşi ve noksan olmaya, olursa dirheminden 1 akçe ceza alına (o devrin parasına göre çok ağır bir cezadır). Elekleri sık olup ekmek kepekli olmaya, olursa ekmekçiye muhkem siyâset oluna.
KASABLAR — Koyunu keçiden ve erkeği dişiden ayırd edip satacaklardır. Koyunun semizi saklanıp arığı kesilmeyecektir. Dükkânlarında her zaman et bulundurmaya mecburdurlar. Bunlara riâyet etmeyen kasabın hakkından geline.
AŞÇILAR — Yemekleri çiy ve tuzlu olmaya. Kâseleri temiz, kazanları kalaylı, çanakları yeni ve sırçalı, ve aşçının, yamağının, uşağının futaları yeni ve temiz ola.
BÖREKÇİLER — Koyun eti kıyması kullanacaklar, böreğin soğanı çok, eti az, ve ekseri yeri boş olmayacaktır, ve iç yağı karışdırılmayacakdır.
LOKMACILAR — İşledikleri lokmanın hamuru çiy olmaya ve balı akîdeli ola.
BAKKALLAR — Malın iyisini fenâsını ayırd edip satacaklardır. Terâzileri çok doğru olacaktır, eksik tartıp satan bakkalın hakkından geline.
YOĞURTÇULAR — Sütleri gözlene, su katılmış sütten yoğurt yapılmaya ve yoğurda nişasta katılmaya.
KAYMAKÇILAR — Kaymağa nişasta katmayacaklar.
HELVACILAR — Helvanın her çeşidinde balın en iyisini kullanacaklardır.
ŞERBETÇİLER — Şerbetlerin miski ve gülsüyü ve lezzeti yerinde olacak, karlı buzlu satılacaktır.
TURŞUCULAR — Turşularını iyi ve âlâ sirke ile yapacaklardır, turşuda kepek ekşisi kullanılmayacaktır.
TERZİLER — Dikişlerini sık dikecek, ve esvabı vaad ettikleri günde yetişdireceklerdir, ziyade iş alıp gününde yetiştirmeyen terziler tâzir edilir (falakaya yatırılıp dayak atılır), bir kimsenin esvabını sakat diken terziye kezâ dayak adılır.
ABACILAR — Abanın sıkını, iyisini satalar.
GÖMLEKÇİLER — Dikişlerini sağlam dikeler ve âdet üzere gömleklerin yenleri bol ola.
ESİRCİLER — Câriyeyi ve köleyi üzerlerindeki esvabla satarlar, esirleri süslü esvabla gösterip satarken o esvabları soyup alamazlar, cariyelere aklık ve kızıllık sürülmeyecekdir.
ÇUHACILAR, KEMHACILAR, ATLASCILAR, BÜRÜNCÜKCÜLER — Çuhayı, kemhâyı, atlası, bürüncüğü tesbit edilmiş en ve boyda işleyeceklerdir, ondan eksik dokumayacaklardır.
PABUÇÇULAR — Sağlam pabuç dikeceklerdir, bir pabucu akçeye satarlar ise pabucun mîâdı akçe başına iki gündür, bu tez sökülür ise pabuççuya dayak atılır.
ESKİCİLER — Yamaları sahtiyandan koyacaklardır, meşin yama olmaya, ve dikişi sık dikeceklerdir.
MUMCULAR — İyi yağdan mum yapacaklardır, kokmuş bozuk yağdan mum yapılmayacakdır.
HAMAMCILAR — Hamamlar çok temiz, suyu mûtedil, hamamın içi sıcak olacaktır. Dellâkler cüstü çâlâk (eline ayağına çabuk, canlı, hareketli) olacak, usturaları keskin olacak, ziyade hizmet edip muhkem kese süreler; anın usturası ayrı ola, o usturayı başa sürmeyeler. Tasları kalaylı, pestemalları çok temiz ve sağlam ola, Natırlar müşteriye pâk futalar ve silecek vereler.
BERBERLER — Üstleri temiz, elleri, ayakları temiz, usturaları keskin, peşkirleri, makremeleri temiz ola.
BOYACILAR — Sâbit boya kullanacaklardır, boyadıkları şeyleri yol üstüne asmayacaklardır.
DEBBAGLAR — Taşradan getirilmiş deriyi ve kurban derilerini işleyemezler; İstanbul salhânelerinde kesilen hayvanların derilerini işlerler. İşledikleri derileri iyi pişireler (pis kokulu olmayacakdır).
KEÇECİLER — Keçeyi çiy pişirmeyeler.
HALLAÇLAR — Muhkem pamuk atalar, 50 dirhem pamuğu 1 akçeye.
DEMİRCİLER, KAZANCILAR, KALAYCILAR — İşlerini kalp işlemeyeler, işlerinde özür bulunmaya,
KILIÇCILAR, BIÇAKCILAR — Firenk demirinden kılıç ve bıçak yapıp Şam demiri diye satmayalar, cinsi cinsine satalar.
DÜLGERLER, MİMARLAR, DUVARCILAR — İşlerinin başına gün doğarken gelecekler ve gün batmadan işi bırakmayacaklardır.
ODUNCULAR — Odunun boyu deve yükü olursa 4, katır yükü olursa 6 karış ola, ve yük, devenin ve katırın taşıyabileceği kararda olacak, eksik olmayacaktır.
Ve bütün esnaf narha mutlaka riayet edeceklerdir, etmeyenlerin hakkından geline, tâzir olunalar...
Esnafın tâziri dayak; esnafın hakkından gelme hapis, zından; ve esnafa siyâset îdam demekdir. Bâzan dayakda, sopa başına 1 akçe alınır, dayak cezası nakdî cezaya çevrilirdi.
Esnaf Teftişi ve Cezâları – Esnaf ahlâk ve terbiyesine ne kadar dikkat edilse, devir devir ve her zaman için esnaf arasında narha riayet etmeyen, eksik mal satan, terâzisi, kantarı, arşını, ölçeği hileli bir takım adamlar çıkmışdır ve esnaf arasında rekabetler, kıskançlıklar, gönül alâkaları ve daha türlü sebepler ile türlü uygunsuzluklar, çirkin, kirli, kanlı vak’alar olmuşdur.
Tanzimatdan önceki devirde esnafın ahvâlinin teftişi, İstanbulun idare âmirelir Sadırâzam, Yeniçeri Ağası, İhtisab Ağası, semt semt Kolluk Çorbacıları, esnafın kendi tekilâtı içinde esnaf Kethüdâları (Kâhyaları) şer’i ve adlî vazifeleriyle birlikde büyük şehrin belediye işlerine bakmak ile de görevli bulunan İstanbul Kadısı, Eyyub Kadısı, Galata Kadısı ve Üsküdar Kadısı, ve dört kadı efendinin bilhassa esnafı teftişe memur geniş yetkili vekilleri olan Ayak Nâibleri tarafından yapılmışdır (B.: Sadırâzam; İhtisab; Yeniçeri Ağası; Kolluk; Çorbacı, cild 7, sayfa 4098; Çardak Kolluğu cild 6, sayfa 3748; İstanbul Kadısı; Eyyub Kadısı; Galata Kadısı; Üsküdar Kadısı; Ayak Nâibi, cild 3, sayfa 1427).
Esnafın mutlak şekilde riâyete mecbur oldukları narh defterleri İstanbul Kadılığınca tanzim edilir, ve Divan-ı Hümâyunda pâdişah adına tasdik edildikten sonra tebliğ ve ilân olunurdu; bu defterlerde sadece eşya ve mal fiatlarının tesbiti ile yetinilmez, esnafın riayete mecbur olduu nizam da kaydedilirdi.
Hîlesi, hırsızlığı, yolsuzluğu ve sâir uygunsuzluğu görülen, tutulan esnafa verilen cezalar yazılı bir nizama değil, geleneğe dayanırdı ve dayak ile hapis cezaları idi. Bozuk, eksik, hileli tartı ve ölçü âletleri müsadere edilir, bozuk ve hileli mallar da müsadere olunurdu. Hapis cezaları esnafın yerinin, dükkânının bulunduğu bölgenin şer’î mahkemesince verilir, dayak cezaları da ekseriya ve bilâ muhakeme, hemen yerinde tatbik edilirdi, esnafın servetine, yaşına bakılmaz, suçlu ve suç ortakları, usta, kalfa, çırak dükkânından çıkarılıp dükkân kapusu önünde, sokakda falakaya yatırılırdı. Çıplak ayak tabanına vurulan sopa, değnek sayısı, suçun ağırlığına göre teftiş âmirinin keyfî takdirine bağlıydı.
Mutlaka bir mahkemede verilen hapis cezalarının enfaz yerleri, birkaç gün içni kolluk bodrumları, mahkeme binası bodrumları, uzunca, uzun ve hattâ bilâhapisler için de Babacâfer Zındanı, İplikhâne, Tersâne Zındanı idi.
Yeniçerilerin de esnaflık yapmaya başladığı devirlerde, bir yeniçeriyi kendi zâbitlerinden başkası tedip edemeyeceğinden dolayı, hile, hırsız veya herhangi bir uygunsuzluk suçu ile yakalanan yeniçeri esnaf, eğer sadece dayak yemesi gerekiyorsa Ağakupusuna teslim edilir, dayak orada atılırdı; mahkemece hapse mahkûm edilirse yine önce Ağakupusuna gönderilir, Yeniçeri Ağası tarafından da bir Yeniçeri Hapishânesi olarak kullanılan Rumeli Hisarı Zındanına attırılırdı. (B.: Babacâfer Zındanı, cild 4, sayfa 1734; İplikhâne; Tersâne Zındanı; Boğazkesen Kalesi, cild 6, sayfa 2910).
Esnaf Loncası ve Kethüdâsı, kadimden beri devam edegelen usûl ve nizâma aykırı hareket eden, hilekârlığı, hırsızlığı huy edindiği meslekdaşlarınca da söylenen ve birkaç defa zabıtaca da yakalanan, dayak veya hapis cezalarına çarpdırılan esnafı birmüddet için zanaatdan veya ticaretden men ederdi.
Esnafa verilen hapis cezaları onu sâdece bir müddet zındanda kapatmaktan ibaret kalmazdı, gündüzleri Tersânede veya İplikhânede ağır işlerde amele yerine çalıştırılırdı.
Geçen asır sonlarında yaşamış ünlü halk şâiri Üsküdarlı Âşık Râzinin evrâkı metrûkesi arasından çıkmış ve bir Çardak Kolluğu Çorbacısı ağzından yazılmış bir destanda da genç bir helvacıya atılan dayak tasvir edilmişdir:
1. İderdim o şâha türlü tekâpu
Gazeble kaşların çatardı âhû
Hâlim nice olur dir idim yâhû
İşler durur idi gönül yâresi
2. Güngünden ziyâde bende endişe
Çıkdı sâhibi devlet teftişe
Sad hezâran hayret bak sen şu işe
Düşdü pençemize o meh pâresi
3. Helvacı eşbehi şûhi didârâ
Meğer kârı imiş hîle dübârâ
Tecziye oldu vâcibül icrâ
Yokdur halâsının aslaa çâresi
4. Büyükdür didiler bunun günâhı
Yüz değnekle te’dib gerek gümrâh
Şehrâha yıkdılar ol dem o şâhı
Dayakla pâk olur bu yüz kaaresi
5. Payi dilberine geçdi bukağı
Gaayetle yamandır vezir dayağı
Kan revan içinde iyi ayağı
Bihuş kaldı yerde ciğerpâresi
6. Fakire eyledi devletli ferman
Çardak Çorbacısı kaldursun heman
Altı aydan noksan olmasun zından
Pranga zincire urun teresi
7. Didim bâşım üzre sâhibi devlet
Bendene sipâriş mahsı kerâmet
Terbiyezi ile ider nedâmet
Habsimizle yok mu bir idâresi
8. Vezir af eyleyüp zından maddesin
Didi belî olur sen habsidesin
Kolluğa kaldırub o nûrdîdesin
Bir âlâ timar et güli nevresi
Ordu Esnafı, Esnaf ve Yeniçerilik — Yeniçeri Asker Ocağının kaldırıldığı 1826 tarihine kadar bütün zanaat ehli ve esnaf, ordu sefere çıkdığı zaman, seferin devâmı müddetince ordunun ihtiyaçlarını temin ile mükellef tutulmuş idi.
Bu bakımdan zanaat ehli ve esnaf, Türk Ordusunun seferî kadrosunda müstakil ve önemli bir birlik teşkil ederdi. Ordu esnafının büyük kısmı İstanbul esnafı arasından seçilidi. Sefer yolunda ilk büyük konak yeri Edirnede bir noksanlık görülürse, o da Edirne esnafından seçilen esnafla doldurulurdu.
Ordu Esnafı, her esnaf zümresinin kendi loncaları tarafından tâyin ve tesbit edilirdi. Seferli olarak seçilen kimselerin sefere gitmesi mecbûri değildi, bu işi Kabul eden giderdi. Sefere çıkan orduda zanaatini işlemek ve esnaflık etmek elbette ki tehlikeli idi, fakat nîmetleri de o derecede çok idi, şöyle bir sermâye ile gidenler zengin olarak dönerlerdi.
Ordu esnaflığı avâmî tâbiri ile bir bakıma “tatlı iş” idi. Zaferlerde büyük ganîmetlere konarlardı. Asker delinmiş çizmesini atar, bir çift yeni çizme alır, bedeli olarak hissesine düşen esirlerden bir hasnâ ve müstesnâ “câriyei perî oyker”, yahud bir “gulâmı sîm endâm” verirdi. Bir bakıma da çok tehlikeli, yine avâmî tâbir ile “Can Pazo” idi, bozgunlarda bütün malları, ağırlıkları, çadır – dükkânları, düşmandan evvel, düşmana kalmasın diye bozulan asker tarafından yağma edilirdi.
Ordu esnafı sefere pek tabiidir ki pür silâh giderlerdi, îcâbında cenk saflarına girerlerdi. Bundan ötürüdür ki ordu esnafının, esnaf ve zanaat ehlinin sefer meşakkatlerine dayanacak yaşda olanlarından seçilirdi.
Bilhassa fütuhat devrinde ordunun peşi sıra terzisinden, aşçısından, bakkalından, kasabından hamamcısına, berberine varınca koca bir çarşı yürürdü. Malları ve konaklarda dükkân olarak kuracakları çadırları develere katırlara, yüklenmiş koca bir çarşı. Meselâ hamamcılar, büyük hamam çadırlarını ve su kazanlarını ve hamam takımlarını develer üstünde götürürler, konak yerlerinde iki üç hamam çadırı derhal kurulur, kazanlar kaynar ve asker seferli dellâklar tarafından yıkanırdı; o devir için hamam, yalnız Türk ordusunda görülen bir şeydi, fakat unutmamalıdır ki Türk ordusunun bu seyyar hamamları sâdece vücud temizliği için değil, şer’î temizlik için lüzumlu görülmüşdü. O devirde gusül abdesti almamış, alamamış bir Müslüman günlük işine başlayamazdı, ve murâkibi kendi nefsi idi, hele gazâya giden bir Müslüman asker için bu seyyar ordu hamamları çok lüzumlu bilinmişdi.
İstanbul Kadılığına hitâben yazılmış Hicrî 19 Receb 1108 (M. 1967) Şubat tarihli fermanda İstanbuldan istenilen Ordu Esnafı çadır sayısı hesâbı şöyle tesbit edilmiştir:
2 çadır Hallaç
3 ” Kılıççı
2 ” Yaycı
2 ” Semerci
2 ” Saraç
4 ” Bezzaz
4 ” Eskici
6 ” Berber
4 ” Nalband
2 ” Mumcu
2 ” Başcı -Aşçı
2 ” Nalçacı
4 ” Bakkal
4 ” Muytab (Mutaf)
8 ” Kavaf
2 ” Kazaz
3 ” Çakşırcı
3 ” Kaftancı
1 ” Bakırcı
1 ” Kalaycı
4 ” Ekmekçi
Hicri 28 Zilkaade 1213 (M. Haziran 1799) tarihli diğer bir fermanda da seferli olmuş Ordu Esnafı yine çadır hesabı ile şöyle tesbit edilmişdir:
8 çadır 7 nefer Kavaf
6 ” 6 ” Berber
4 ” 4 ” Ekmekçi
4 ” 4 ” Saraç
4 ” 4 ” Bezzaz
4 ” 4 ” Attar
4 ” 4 ” Arpacı
4 ” 4 ” Nalbant
2 ” 4 ” Bakkal
2 ” 3 ” Yaş Yemişçi
4 ” 3 ” Muytab
2 ” 2 ” Demirci
3 ” 3 ” Çamaşırcı
3 ” 3 ” Terzi
2 ” 2 ” Tüfek kundakçısı
2 ” 2 ” Kılıçcı
2 ” 2 ” Tabancacı
2 ” 2 ” Mumcu
2 ” 2 ” Yaycı
2 ” 2 ” Hallaç
2 ” 2 ” Kasab
1 ” 1 ” Kalaycı
1 ” 1 ” Kazancı
1 ” 1 ” Aşçı
1 ” 1 ” Hamamcı
4 ” 4 ” Eskici
3 ” 3 ” Semerci
2 ” 2 ” Çakşırcı
2 ” 2 ” Çuhacı
2 ” 2 ” Kazaz ile Kolancı
Bu fermanda tesbit edilmiş seferli esnaf sayısı 86 kişidir, aslında bu seksen altı kişi orduda Çadır-Dükkân sâhibleridir ki yanlarında götürdükleri çırak, kalfa vesâir müstahdemleri kaydedilmemişdir. Meselâ mutablar 4 çadır 3 nefer, Yaş Yemişçiciler 2 çadır 3 nefer gösterilmişdir ki Muytablardan biri sefere iki çadır dükkânla, Yaş Yemişcilerden ikisi de ortaklaşa bir çadır dükkânla katılmış demekdir. Sefere 1 çadırla 1 hamamcı çıkmışdır, fakat o çadır hamamda askeri yıkayacak olan seferli hamam müstahdemleri, dellâklar fermanda kayıdlı değildir. Bu bakımdan seferli esnafın hakikî sayısı 86 kişinin çok üstüne, en azdan üç misline çıkar.
Esnafın cebren sefere götürülmediğini beyan için İstanbul Kadılığında bir höccet imzalanır, seferli esnaf “Orduculuğu kabul ve elimizden gelen hizmeti ifâ etmeği taahhüd eyledik diye bu höccete mühürlerini basarlardı. Ordu Esnafı İstanbuldan, şehirde kalan diğer bütün esnafın da iştirâki ile bir alan göstererek ayrılırdı (B.: Esnaf Ordu Alayları).
Devşirme Kanunu kalkdıktan ve Yeniçeri Asker Ocağı kadrosu İmparatorluk tebaasının ayak takımına mensub gençlerle doldurulub beslenmeye başladıktan sonra, bu orduculuk gelenek ve hâtıralarına doyulmayacak İstanbul esnafının gençleri, bu gençler arasında da eşbek delikanlılar yeniçeri Taslakçısı oldular: bilhassa Hammal, Manav, Dellâk, Fırın Uşağı, Debbağ, Saraç şehbazları, Yeniçeri Çorbacılarının (Tabur Kumandanları), Odabaşılarının (Takım İnzibat Zâbitleri) ve Ustalarının (Takım Aşçıbaşıları): “Gel şehbazım, seni Yeniçeri yazalım!..” dâvetini kabul ederek yeniçeri kışlalarına gittiler, hangi Ortanın (Talenrun) Çorbacısı, Otabaşısı, Ustası tarafından götürülmüşlerse kollarına, bâzûlarına, baldırlarına o ortanın “nişanı” denilen alâmeti fârikasını dövdüler ve ellerine, Çorbacı, Odabaşı, Usta tarafından mühürlenmiş sözde Yeniçeri olduklarına dâir “Sofa Tezkiresi” denilen bir belge aldılar. İsimleri Ağa kapusunda bulunan ana kütük defterine kaydedilmediği için kendilerine “Yeniçeri Taslakçısı” denildi. Ocak disiplinin bozulduğu ve yeniçerilerin bir eşkıyası olduğu yeniçeriliğin son devrinde bu yeniçeri taslakçıları eski esnaf teşkilâtının disiplini, âdâb ve ahlâkını bozdular. Kolları, bâzûları, baldırları, sineleri dövmeli fetâlara, yiğitlere, şehbazlara, Eşbeklere hattâ şıkırdımlara loncalarının erkânı söz geçiremez oldular. İtlik nümayişleri önlenemedi, hattâ bir ara, yeniçeri dövmeleri ile yalın ayak, yarı çıplak pırpırlık İstanbulda bir genç tuvaleti, modası oldu (B.: Cezayir Kesimi, cild 7, sayfa 3531). Ocak kütüğüne kayıdlı yeniçeriler de esnaflık yapmaya başladı. Kışlalarda yatar kalkar yeniçeri azaldı, çoğu dükkân şirvanlarında, bekâr odalarında ve hanlarında, hamamlarda yatar kalkar oldular. 1826 da Vak’ai Hayriye de İkinci Sultan Mahmudun kılıcı ile kırılan yeniçerilerin çoğu bu yeniçeri taslakçılarıdır (B.: Yeniçeri; Vak’ai Hayriye).
Aşağıya bir Sofa Tezkiresi örneğini alıyoruz:
“Mü’miniz Kaalûbelâdan beri, Hakkın birliğini eyledik ikrâr; bu yola vermişiz seri, nebimiz var cenâbı Ahmed Muhtâr; ezelden beri müstâneleriz, nûri ilâhîde pervâneleriz, bir bölük bu cihanda divâneleriz. Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırılmakla, eksilirse birimiz, hâdis olur binimiz. Taşramızdan sormakla kimse bilmez hâlimiz.
“Oniki imam oniki tarik, cümlesine didik belî. Üçler, Yediler, Kırklar; Nûri Nebi, keremi Ali, pirimiz sultânımız Hacı Bektaş Velî.
“Cennetmekân Firdevs âşiyan kanun sâhibi Elgaazi Sultan Süleyman Han Hazretlerinin kurduğu nizâmı müstahsene üzere 56 Bölüğün çorbacısı Hüseyin Ağanın izni ile Aşçı Usta ve Odabaşı Ağa ve cümle ihtiyarların mârifeti ile Büyükgümrük iskelesi gedikli hamallarından Bitlisi Mustafa bin Mustafa ortamıza giyinik bırakıp başı bozuk elbisesini çıkarıp asker elbise giymek ocağımıza dühûle tâlib olmakla yedine işbu Sofa Tezkiresi verildi.”
Esnafın eclâfından sayılmış Kayıkçı, Mavunacı, Salepuracı gürûhu da aynı yoldan Tersâne Çavuşlarından aldıkları tezkirelerle Kalyoncu Taslakçısı oldular.
Esnaf Ordu Alayları — Yeniçeri Asker Ocağının Kaldırıldığı 1826 tarihine kadar bütün zanaat ehli ve esnaf, ordu sefere çıkdığı zaman, seferin devamı müddetince ordunun ihtiyaçlarını temin ile mükellef tutulmuşdu. Bu bakımdan esnafın bir kısmı asker sayılır ve “Ordu Esnafı” adını alırdı. Ordu esnafı, Türk Ordusunun seferi kadrosunun müstakil ve önemli bir birliğini teşkil ederdi. Ordu ile sefere gidecek esnafın büyük kısmı da İstanbuldan seçilir, sefer yolunda ilk büyük konak yeri Edirnede bir noksan görülürse, o da Edirneden seçilen esnaf ile tamamlanırdı (B.: Esnaf, Ordu Esnafı).
Türk Ordusunun ana çekirdiğini teşkil eden ve başda yeniçeriler bulunan kapukulu asker ocaklarının İstanbulu terk edeceği gün seferli esnaf büyük şehirde parlak bir alay gösterirdi ki buna “Esnaf Ordu Alayı” denilirdi.
Fütûhat devrinin son büyük seferi olan XVII. Yüzyılın ikinci yarısında (1683), İkinci Viyana Seferine kadar İstanbulda türlü vesîlelerle yapılmış esnaf alaylarının en muhteşemleri Esnaf Ordu Alayları olmuşdur.
Alayın geçdiği yol Sirkeci civârında Demirkapu’dan başlar, 1934 Belediye Şehir Rehberine göre saray avlusu duvarı boyunca Dayahâtun Caddesi, Âlemdar Caddesi, Divanyolu Caddesi, Yeniçeriler Cadesi, Bayazıd Meydanı, Ordu Caddesi (Bayazıd - Aksaray arası, Lâleli), Aksaray Meydanı, Şehremini – Topkapusu Caddesi ile Topkapusuna ulaşır, kale duvarı dışında Davudpaşa Sarayı sahrâsında sona ererdi.
Pâdişah Esnaf Ordu Alayını Soğukçeşmede sarayın şehir içine bakan tek binâsı olan Alay Köşkünün bir penceresinde seyrederdi, ve İstanbul esnafının en coşkun nümâyişleri Alay Köşkü altından pâdişah huzurundan geçerken olurdu (B.: Davudpaşa Sarayı, cild 8, sayfa 4308; Alay Köşkü, cild 2, sayfa 582). Davudpaşa Sahrâsı İstanbul sefere çıkan ve ordunun ana çekirdeğini teşkil eden başda yeniçeriler kapu kulu asker ocaklarının ilk konak yeri idi ve burada en çok bir hafta çadırlı ordugâhda kalır, her hangi ciddî sebeple geciken seferliler beklenirdi, ve Ordu ile Serdar Davudpaşadan pâdişah ve İstanbulda kalan devlet erkânı, ulemâ ve meşâyih ve halk tarafından uğurlanırdı.
Esnaf Ordu Alayının yukarda tesbit ettiğimiz yol boyunca geçişi iki gün, üç gün sürer, şehir içinde ve o uzun yol boyunca bütün İstanbul halkı tarafından duâlarla, göz yaşları ile ve alkışlarla seyredilirdi.
Târih kaynaklarımız arasında en muhteşem esnaf ordu alaylarından birini seyahatnâmesinin İstanbula tahsis ettiği birinci cildinde Evliyâ Çelebi anlatırki Dördüncü Sultan Murad zamanında hicrî 1048 (M. 1638) yılında nisan ayının ilk günlerinde Bağdad Seferi için yapılmışdı; alay fevkalâde tantanasına rağmen Demirkapu ile Sultanahmed Meydanı arasında kısa bir yol boyunda gösterilmiş, tahmin ediyoruz ki seferli esnaf oradan Ahırkapusu İskelesine inerek takım takım Üsküdara geçmişlerdir. Sefere bizzat iştirak eden Sultan Murad da 8 nisan Perşembe günü an’anevî merâsimle İstanbuldan ayrılarak Üsküdara geçmişdir.
Evliyâ Çelebinin bu alay münâsebeti ile İstanbul Esnafı hakkında verdiği mâlûmât, târif ve tasvirleri bu İstanbul Ansiklopedisinde İstanbul Esnafının kendi isimleri ile kaydedilen maddelere alınmışdır. Burada büyük yazar seyyahın zikrettiği esnafın bir cedvelini koymakla yetiniyoruz ve örnek olarak da ancak birkaç sahne alıyoruz.
Cedvele rakamlar koyduk: Bâzı esnafı kendilerine yamak esnaf ile aynı rakamda topladık. Evliyâ Çelebi İstanbul Esnafı arasına, işleri esnaf işine benzeyen bâzı askerî birlikler, ocaklarla mîrî müesseseler işcilerini de almışdır, aşağıdaki cedvelde onların isimlerini de muhâfaza ettik:
1. Alay Çavuşları
2. Çöplük Sübaşısı ve adamları (B.: Çöpcü, Çöpçüler, cild 8, sayfa 4122)
3. Efendi kapularında çalışan oğlanlar, uşaklar (B.: Uşak, Uşaklar); Direkler arasında Uşaklar Kahvehânesi, cild 8, sayfa 4604)
4. Acemioğlanları (B.: Acemioğlanı cild, 1, sayfa 186)
5. Arayıcılar (B.: Arayıcı Esnafı, cild 2, sayfa 970)
6. Mezarcılar
7. Lağımcılar
8. Salahorlar (İstihkâm ve yolamele bölükleri)
9. Esesbaşı ve Asesler (B.: Ases, Asesler, cild 2, sayfa 1097)
10. Sübaşı ve adamları
11. Cellâdlar (B.: Cellâd, Cellâd Ocağı, cild 6, sayfa 3426)
12. Yankesiciler
13. Hırsızlar
14. Zenkahbegân Esnafı (Kadın temin eden muhabbet dellalları B.: Muhabbet Dellâlları)
15. Kasımpaşa Mukdimleri (Harp gemileri için kâfi mıkdarda kürekçi esir bulunamadığı zaman İstanbuldaki işsiz toy bekâr uşaklarını kandırıp Tersâneye kürekçi olarak getiren adamlar; B.: Tersâne; Forsa; Kadırga; Kasımpaşa Mukdimleri)
16. Hîzan Dilberan (Vücudlarını satan uygunsuz delikanlılar; B. Şıkırdım)
17. Araba seyisleri (B.: Seyis)
18. Mekkâreciler
19. Bekciler (B.: Bekci, cild 5, sayfa 2411)
20. Ordu Kadısı ve adamları
21. Sancakdarlar
22. Ulaklar
23. Muhrizler
24. Sefere çıkan vezirlerin imamları
25. Seferli hatibler
26. Seferli mollalar
27. Seferli şeyhler, vâizler, müfessirler, muhaddisler
28. Seferli müezzinler, hâfızlar
29. Seferli yazıcılar (kâtipler, arzuhalciler)
30. Seferli sahhaflar (kitabcılar)
31. Halk şâirleri
32. Meddahlar
33. Hânendeler
34. Müneccimler
35. Remilciler
36. Esnaf nakibleri
37. Esnaf reisleri
38. Esnaf şeyhleri
39. Esnaf çavuşları
40. Ölü yıkayıcılar
41. Mekteb hocaları
42. Medrese talebeleri
43. Dilenciler (B.: Dilenci, Dilenciler, cild 8, sayfa 5472)
44. Seyyidler
45. Hekimbaşı ve hekimler
46. Göz hekimleri
47. Sürmeciler
48. Mâcunlar
49. Cerrahlar (B.: Cerrah, Cerrah Dükkânları, cild, 7, sayfa 3499)
50. Devâlı meşrubat satıcıları
51. Gülsuyu satıcıları
52. İlâç – Yağ satıcıları
53. Bîmarhâneciler (B.: Timarhâne) ve bimarhâne – hastahâne hademeleri
54. Çiftçiler (B.: Çiftçiler, cild 7, sayfa 3967)
55. Bağçıvanlar
56. Meyva ağaçları aşıcıları
57. Sebzeciler
58. Ekmekciler
59. Yeniçeri ekmekçileri
60. Tuzcular
61. Çörekciler
62. Börekciler (B.: Börek, Börekci, cild 6, sayfa 3085)
63. Gevrekciler
64. Kâhiciler
65. Kurabiyeciler
66. Simitciler
67. Kadayıfcılar
68. Lokmacılar
69. Gözlemciler
70. Yeniçeri sakaları
71. Şehir sakaları
72. Değirmenciler (B.: Değirmen, Değirmenciler, cild 8, sayfa 4348)
73. Uncular
74. Un elekçileri
75. Buğday çalkalayıcılar
76. Kalburcular
77. Elekciler
78. Nişantacılar
79. Güllâçcılar
80. Peksimedciler
81. Akkâmlar (deve kirâcıları; B.: Kervan)
82. Meşaleciler
83. Şatırlar
84. Karadeniz gemcileri
85. Kalafatcılar
86. Gemi marangozları
87. Urgancılar
88. Kendirciler
89. Yelkenciler
90. Serenciler
91. Pusulacılar
92. Kum saatçileri
93. Haritacılar
94. Dalgıçlar (B.: Dalgıç, cild 8, sayfa 4208)
95. Gemi navluncuları
96. Karadeniz bezirgânları
97. Akdeniz gemicileri, reisleri
98. Pereme ve kayık marangozları
99. Mavunacılar
100. Kayıkcılar
101. Peremeciler
102. Mısır ve Akdeniz tüccarları
103. Pirincciler
104. Mercimekciler
105. Kınacılar
106. Mısır hasırcıları
107. Ketenciler
108. Yekerciler
109. Kahveciler
110. Kasablar
111. Salhâneciler
112. Sığır kasabları
113. Yahudi kasabları
114. Mandıracılar
115. İstanbul civarı çiftlikleri ırgadları
116. Ağılcılar
117. Egrekciler
118. Çobanlar
119. Sütcüler
120. Peynirciler
121. Kaymakcılar
122. Yoğurtcılar
123. Telemeciler
124. Mumcular
125. Arslanhâne hizmetkârları
126. Ayıcılar
127. Başcılar (B.: Başcı esnafı, cild 4, sayfa 2175)
128. Celebler
129. Pastırmacılar
130. Kirişciler
131. Tutkalcılar
132. Esirciler
133. Baruthâne mansubları
134. Darbhâne mensubları (B. Darbhâne ve Damga Matbaası cild 8, Sayfa 4235)
135. Gümüş arayıcılar
136. Çuhan anbarı mensupları
137. Buğdacılar, arpacılar (B.: Arpa, Arpacı cild 2, sayfa 1049; Buğday, cild 6, sayfa 3096)
138. Tavuk emini ve adamları
139. Mutbak emini ve adamları
140. Şehir emini ve adamları
141. Çardak eminliği ve Çardak Kolluğu mensubları (B.: Çardak Emini cild 7, sayfa 3746; Çardak Kolluğu, cild 7, sayfa 3748)
142. Kuyumcular
143. Cevâhirciler (B.: Bedestan, cild 5, sayfa 2347)
144. Saatciler
145. Hakkâkler, mühürcüler
146. Sırmakeşler
147. Sarı pirinç borucular
148. Divitciler
149. Tenekeciler
150. Bıçakcılar (B.: Bıçak, cild 5, sayfa 2740)
151. Dökmeciler
152. Yaycılar, Okcular, Sapancılar
153. Kemankeşler
154. Gürzcü pehlivanlar, yağlı güreş pehlivanları
155. Avcular
156. Yelpâzeciler, Sorguçcular
157. Kuşbazlar
158. Tavukcular
159. Terziler
160. Dolama terzileri (B. Dolama, c. 9, s. 4665)
161. Hallaclar
162. Kadın takkecileri
163. Kavukcular
164. Kellepuşcular
165. Gömlekciler
166. Dülbendciler (B.: Dülbend, c. 9, s. 4811)
167. Yağlıkcılar
168. Örücüler
169. Dokumacılar
170. İplikciler
171. Kazzazlar (İpekciler)
172. İbrişimciler
173. İpek düğmeciler
174. Çadırcılar (B.: Çadır, Çadırcılar, cild 7, sayfa 3638)
175. Kolancılar
176. Kürkcüler
177. Samurcular, Samur kalpakcılar
178. Debbağlar (B.: Debbağ, Dabbağhâne, cild 8, sayfa 4325)
179. Sağrıcılar
180. Tirşeciler
181. Keçeciler
182. Saraclar
183. Tekelticiler, Kaltakcılar, Yularcılar, Palancılar, Kamçıcılar
184. Sofracılar
185. Sepet sandıkçılar
186. Pabuçcular, paşmakçılar, Çizmeciler, Mestciler, Terlikciler, Kavaflar
187. Eskiciler
188. Attarlar
189. Anberciler, Buhurcular
190. Yağcı attarlar
191. Kibritciler (Kükürtcüler)
192. Şişeciler
193. Çiniciler (B.: Çinici Attarlar, cild 7, sayfa 4007)
194. Benkciler (afiyoncular)
195. İspençiyarlar (Şifâlı, devâlı ot-kök bulucu eczâcılar)
196. Kahve satıcılar
197. Berberler (B.: Berber, cild 5, sayfa 2514)
198. Ustura çarkçıları, Ustura kuyrukçuları
199. Sarıkcılar
200. Hamamcılar, Natırar, Dellâklar (B.: Dellâk, cild 8, sayfa 4262)
201. Çamaşırcılar, Lekeciler
202. Nakkaşlar
203. Altın dövücüler, müzehhibler, mücellidler, sahhaflar, kâğıdcılar
204. Kubur divitcilar, Mürekkebciler
205. Musavvir nakkaşlar (ressamlar, minyatürcüler)
206. Resimli falcılar
207. Oymacılar
208. Nakılcılar
209. Basmacılar, Kumaş nakkaşları, yağlık nakkaşları.
210. Eski Bedesten Esnafı (B.: Bedestan, c 5, sayfa 2345)
211. Atlascılar (B.: Atlas, Atlascılar, cild 3, sayfa 1303)
212. Dibâcılar (B.: Dibâ, cild 8, sayfa 4544)
213. Kadifeciler
214. Dârâyiciler (B.: Dârâyi, cild 8, sayfa 4234)
215. Hil’atciler
216. Kuşakcılar
217. Alacacılar (B.: Alacacılar, cild 1, sayfa 570)
218. Peştemalcılar
219. Dimiciler (B.: Dimi, Dimiciler, cild 8, sayfa 4584)
220. Bezciler (B.: Bez, cild 5, sayfa 2726)
221. Boğasıcılar (B.: Boğası, cild 5, sayfa 2846)
222. Halıcılar
223. Abacılar (B.: Aba, Abacılar, cild 1, sayfa 1)
224. Kebeciler, İhramcılar, Sofcular
225. Sipahipazarı esnafı
226. Bitpazarı esnafı (B.: Bitpazarı, cild 5, sayfa 2826)
227. Avratpazarı esnafı (B.: Avratpazarı, cild 3, sayfa 1356)
228. Yeni bedestan esnafı (B.: Bedestan)
229. Aynacılar
230. Boyacılar
231. Galata Bedestanı esnafı
232. Güzel kokucular
233. Doğramacılar
234. Sadefkârlar
235. Çıkırıkcılar
236. Hilâlciler, Kaşıkcılar
237. Kutucular
238. Varolcular
239. Nalıncılar
240. Zerdesteciler
241. Zurnacıbaşı ve Mehterbaşı ve adamları Çeşitleri isimlerle musiki âletleri üzerine esnaf isimleri
242. Canbaz pehlivanlar esnafı üzerine pek çok isim
243. Mimarlar, dülgerler ve onlara yamak esnaf, pek çok isim.
244. Hânendeler, sâzendeler, rakkaslar üzerine pek çok isim
245. Oyuncu Kolları üzerine 12 kol adı (B.: Akide Kolu, cild 1, sayfa 521; Ahmed Kolu, cild 1, sayfa 387, Baba Nazlı Kolu, cild 4, sayfa 1745; Cevâhir Kolu, cild 7, sayfa 3518; Çelebi Kolu, cild 7, sayfa 3812)
246. Mukallidler, pek çok isim
247. Bozacılar, Subyacılar, balsucular, Rakıcılar, Müsellesciler
248. Meyhâneciler
Aşağıdaki satırlar Evliyâ Çelebinin anlattığı Esnaf Ordu Alayından birkaç sahnedir:
“Cümle alay çavuşları ellerinde çevkân (başı eğri bir değnek) dillerinde virdi Dâvûdî olduğu halde küheylân atlara binip altışar pâre yancıklar ve gûnâgûn ziller ile atlarını bezedip kendileri dahi gûnâgûn fâhir kumaşlar giyip Yâ Sübhân sadâsı ile cadde üzerinde dururlar ve askeri alaya teşvik ederler. Evvelâ Tâhirsübaşı yâni Çöplük Sübaşısı her biri pençei âfitâb gilmanlar ile atlar üzerinde zırhlara müstağraf olarak geçerler. Bu Çöplük Sübaşısının alayında bin kadar acemioğlanı cümlesi matruş, başlarında eğri külâhlar pür silâh olup ellerinde süpürge ve küreklerle yolları temizleyerek geçerler.
“Mezar kazıcılar esnafı cümle 2000 neferdir, pirleri Kardeşi Hâbili katleden Kaabil’dir, onun için cümle kanlılara ve bu mezar kazıcılara pir olmuşdur. Alayda pür silâh ellerinde kazma kürek, dillerinde Sübhânallah geçerler, sâlih kimselerdir, sefere memur olurlar, işleri gazâda şühedâyı defnetmekdir.
“Asesbaşı 500 yeniçeri, Şehirsübaşısı elleri sopalı 200 neferi ile ve Asesi Sânii bi aman (Asesbaşı muâvini) da 200 neferi ile geçerler ki bunlar tutma, kapma, vurma, kovma, asma, basma, keydü bend adamlarıdır, merhametsiz adamlardır.
“Yankesiciler esnafı 300 nefer
“Kara hırsız esnafı 200 nefer
“Zenkahbekân esnafı (kadın temin eden muhabbet dellâlları) 200 nefer
“Hîzan dilberan esnaf (vücudlarını satan uygunsuz delikanlılar) 500 nefer, kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyüp hâneberduş hîzan eclâfdır ki Babullukda, Kumkapuda, Meydancıkda, Kilise ardında, Tatavlada ve sâir fisik yerlerinde sürü sürü gezip boğazı tokluğuna sayd olunurken Sübaşının tuzağına düşüb defterli olurlar, ahvallerini tahrir ve tasvirden kalem utanır. Cümlesinni hâş ki pirleri ola.
“Bu mühmel esnafların cümlesi Sübaşı alayında sübaşı ile gûnâgûn şakalar iderek geçerler.
“Mekkâreci esnafı, bunlar seferli esnafı kiraladıkları hayvanlarla sefere götürürler, hayvanlarının semerlerini çiçekler ve kıymetli kumaşlarla tezyin ederek hayvanların boyunlarına asılı zil ve çıngırak sesleriyle geçerler, seferde lüzumlu esnafdır.
“Hamamcılar esnafı, İstanbulun dört kadılık yerinde 150 kadar hamam vardır; hamamcılar zengin, sâlih kimselerdir, pirleri Muhsin bin Osmandır, peştemalını Hazreti Ali huzurunda Selman Pâk bağlamışdır, küheylan atlara binip alayda pür silâh geçerler. Adamlara arabalar üstünde keçeden hamamlar kurup üstünü müdevver camlar ile tezyin idüp: – Bel a!.. Vefâ Hayatım!.. Gir hâ!. Hacıkadın Hamamına hanım!.. diye sîmîn ve nîm uryan dellâkları bağrışarak geçerler.
“Hamamcılara yamak dellâk esnafı, cümle 2000 nefer, pirleri Ubeydi Mısrî’dir, peştemalını Selman bağlamışdır. Cümlesi uryan olub ibrişim peştemallı dilberleri kâküllerini perişan ederek ellerinde keseler ve miskli sabunlarla birbirlerine kese sabun sürerek geçerler.
“Hamamcılara yamak natır esnafı, 1000 nefer, pirleri Mensur bin Kasımdır, peştemalını Selman Pâk bağlamışdır. Bellerinde peştemalları üzerine kılıçlarını kuşanıp ayakları baldırları çıplak olup şimşir, abanoz, sadefkârı nalınlarla pür silâh geçerler.
“Kasablar, İstanbulun dört kadılık yerinde 999 dükkân, 1700 nefer. Pirleri hazreti Kassab’dır, peştemalını Peygamberimiz huzurunda Hazreti Ali bağlamışdır. Tahtırevanlar üzerinde kırkar ellişer okka gelir Karaman, Mihaliç, Bursa, Türkmen koyunlarını kırmızı güller ve sarı safranlarla nakşedif ellerinde satırları, terâzileri et tartarak hay ve huy ile geçerler.
“Kavaflar dikilmiş hazır pabuç, çizme, paşmak, postal, elvan tomak, terlikler satarlar, sattığı malı her kaç kuruşa almış ise altına fiyatını rakam ile yazıp müşteriye satacağı zaman alimallah diye iknâ ederler, ama her pabucu beş akçe kâr ile satmaya kanaat bıyığı matruş, gözleri sürmeli insafsız kavimdir ki
Açmaz ol besmelesiz dükkânı
Aldatır bulsa velî Şeytânı
beyiti bunlar hakkında söylenmiştir...” Son derecede renkli, sesli, hareketli olan esnaf ordu alaylarında takım takım esnaf grupları arasında Mehterhâne denilen eski Türk bandoları çalardı (B.: Mehterler, Mehterhâne).
Esnaf Saray Düğünleri Alayları — Tanzimatdan önceki devirde, bir imparatorluk geleneği olarak, pâdişah evlâdlarının doğum, pâdişah oğullarının sünnet ve pâdişah kızlarının evlenme düğünlerinde üç gün üç gece, yedi gün yedi gece, onbeş gün onbeş gece süren donanmalar ve şehrâyinler yapılır; esnaf loncaları temsil ettikleri esnaf zümresi adına düğün hediyeleri hazırlar, ve İstanbulda büyük bir esnaf alayı tertib edilerek hediyeler bu alayda halka da gösterildikten sonra bir özel memuruna teslim edilirdi.
Büyük saray düğünlerinin bir kısmını, zamanının vak’anüvisleri tutdukları vekaayinâmelere kaydetmişlerdir bazı düğünler üzerine de, sarayla yahud zamânın sadırâzamı ile yakın mensûbiyeti olan şâirler, kalem erbâbı tarafından “Sûrnâme” adı verilen risâleler, kitabcıklar yazılmışdır (B.: Saray Düğünleri; Sûrnâme; Vilâdetnâme).
İstanbulda yapılmış en büyük esnaf saray düğün alaylarından biri, 15 zilkaade 1132 (20 eylül 1720) Çarşamba günü başlayan ve onbeş gün onbeş gece devam eden Üçüncü Sultan Ahmedin oğullarının sünnet düğünündeki alaydır; Düğün Ok Meydanında yapılmış, pâdişâhın Süleyman, Mehmed, Mustafa ve Bayazıd adında dört şehzâdesi ile Sadırâzam Nevşehirli İbrahim Paşanın oğlu Mehmede ve halkdan 5000 fakir çocuk sünnet edilmişdir. Aşağıdaki satırlarını o devrin ünlü şâiri Seyid Vehbi’in “Sûrnâmei Hümâyun” adlı eserinden alıyoruz: “Esnaf Alayı düğünün altınca günü başladı ve İstanbul esnafı her gün takım takım alay gösterip günlerce süren büyük bir alay oldu. Bütün İstanbul esnafının katıldığı bu alayda her sınıf esnafın kethüdâları, Sûr Emini ve Kapucular Kethüdâsı delâleti ile pâdişah huzuruna çıkarıldılar. Düğünün altınca günü Çiftciler, Değirmenciler, Ekmekciler, Kasablar, Kebabcılar, Debbağlar, Mumcular, Berberler, Saraçlar, Başcılar ve Yeni Bedestan Esnafı alay gösterdi.
“Bütün bu esnafın hepsinin oyuncuları ve çalgıcıları vardı. Kendi sanatlarına âid mârifetler gösterdikten başka oynayarak, saz çalarak geçmişlerdi. Meselâ Kasablar, önlerine boynuzları yaldızlı bir sürü katmış, kuzuların bellerine gümüş hançerli altın kemerler bağlamılardır. Mumcular bir araba üstünde kukla oynatmışlardı. Yeni Bedestan Esnafı muazzam bir fil sûreti yapmışlar, üstüne bir köşk kurmuşlar, içine de güzel bir erkek çocuk oturmuşlardı. Bu filin yanı sıra da, omuzlarında çeşid çeşid kumaş topları ile Bedestan Dellâlları yürüyordu.
“Âdet olduğu üzere bütün İstanbul esnafı toplaşarak birer sünnet hediyesi getirmişdi.
“Çiftciler ve Değirmenciler: 8 çift Bursa işi altın işlemeli yasdık, 1 gümüş buhurdan, 1 gümüş tepsi;
“Ekmekciler: 2 gümüş şamdan, 1 gümüş tepsi, 1 gümüş buhurdan, 1 gümüş gülâbdan;
“Kasablar: 1 gümüş buhurdan, 1 gümüş gülâbdan, 2 gümüş leğen, 1 gümüş tepsi;
“Debbağlar: 1 gümüş kahve ibriği, 2 gümüş ibrik, 2 gümüş leğen;
“Mumcular: Üstünde miskli anberli bir balmumu ile üç okka ağırlığında 1 gümüş şamdan ve 1 gümüş fitil makası;
“Berberler: 1 gümüş leğen, 1 gümüş tepsi, 1 sırmalı boğça, altın işlemeli 1 berber peşkiri;
“Saraçlar: 1 gümüş leğen ibrik, 1 gümüş gülâbdan, 1 gümüş tepsi, 2 gümüş çiçek (biblo).
“Yeni Bedestan Esnafı: Minâkârî bir tahtırevan, üzerinde 13 parça orta büyüklükde zümrüde ve küçük elmaslarla müzeyyen murassâ ve musannâ bir mücevher kuşak, 2 şişhâne fagrûrî kâse, hoşaf tabağı.
“Bir gün ara verilerek düğünün sekizinci günü şu esnaf alay gösterdi ve şu hediyeleri getirdiler :
“Çadırcılar: Dışı yeşil ve al atlaşdan, içi İstanbul dîbâsından yapılmış, içinde dört aded nakışlı sütun bulunan bir çadır;
“Kavaflar: İnci ve zümrüdle bezenmiş bir iki çift çizme, inci işlemeli ve sırmalı çerkes filârları, 1 gümüş tepsi.
“Bakkallar: 2 gümüş şamdan, 1 gümüş sini, kıymetli kumaşlar, gümüş çiçekler;
“Kavukcular: Toplarla kıymetli kumaşlar;
“Yorgancılar: 1 gümüş leğen, ibrik, 1 gümüş tepsi, 1 kapaklı gümüş tas, atlas ve bürüncük üzerine işlemeli 4 yorgan;
“Eski Bedestan Esnafı: 4 top ağır atma altın telli bürüncük, 3 gümüş sürâhi, 1 gümüş tepsi;
“Esirciler: Kıymetli esvaplarla giydirilmiş her ikisi de aşırı güzellikde 1 esir oğlan (Köle), 1 esir kız (Câriye);
“Hallaçlar: Sırmalı nefis bir yasdık.
“Düğünün dokuzuncu günü şu esnaf alay gösterdi ve şu hediyeleri getirdi:
“Tüccarlar: Toplarla kıymetli kumaşlar;
“Kuyumcular: Elmas, yakut ve incilerle bezenmiş 1 yelpâze, elmaslı ve yakutlu murassâ 1 çalar saat, 1 gümüş şamdan, 1 gümüş tepsi, 2 gümüş kâse, 2 gümüş maşraba, 2 gümüş ibrik, 1 gümüş buhurdan, 1 gümüş gülabdan;
“Kazzazlar: 1 mücevher inci takımlı çapraz, 1 mücevher kuşak, 1 mücevher sırmalı hazîne kolanı, 5 hazîne dizgini ve sâir hediyeler;
“Bezzazlar: İşlemeli 1 boğça, altın işlemeli 1 top kadife, altın işlemeli 1 şal, 2 top altın telli kumaş, 4 destâri hünkâri, 3 top bez, 3 çekme boyama, 2 top mirzâi bez, 1 klabdan atlas boğça;
“Aşçılar: 1 gümüş ibrik, leğen, 1 gümüş maraba, 1 ibrik Yemen kahvesi;
“Terziler: 1 gümüş matra, 1 gümüş şamdan, 1 gümüş fitil makası, 1 gümüş kahve ibriği, 1 gümüş gülâbdan, 1 gümüş buhurdan;
“Çakşırcılar: 1 gümüş gülâbdan, 1 gümüş şamdan, 4 çift gümüş kundura nalçası ve altın nalça çivileri;
“Kazancılar: 3 gümüş sini, 3 gümüş maşraba, 1 gümüş gülâbdan, 1 gümüş buhurdan;
“Bezirgânlar: 10 top en ağırından Venedik dîbâsı, 10 Floransa atlası, birkaç en nefis Hind kumaşları, kıymetli çiçekli şallar, 1 gümüş hoşaf tası, 1 gümüş ibrik leğen, 5 aded eski mâden kâse, 1 sofralık, 10 tabak.
“Düğünün onuncu günü şu esnaf: alay gösterdi ve şu hediyeleri getirdiler:
“Okcular ve Yaycılar: İçi dışı nakışlı Usta İbrahimin işi 2 aded kıymetli yay ve gaayet nefis oklar;
“Balmumcular: Herbiri üç okka ağırlığında 8 aded siyah ve her biri beş okka ağırlığında 4 aded beyaz kâfuru balmumu;
“Kâğıdcılar: Kapağı müvecherli 1 murassa divit ve 1 murassa yazı takımı, 1 gümüş kâğıd makası, 2 deste Semerkand Kâğıdı;
“Mısır Çarşısı Esnafı: Yelkenleri açık, bayrakları atlasdan, tayfaları içinde olan mal yüklü bir kalyonu Ok Meydanına çıkardılar, tayfalar gemiden dışarı çıkarılıp Kalyon Üçüncü Sultan Ahmedin otağı önüne alındı, şehzâdeler gemiyi yakından seyrettiler, hediyelerine gelince: 2 gümüş maşraba, 2 gümüş tepsi, 1 okka Udağacı, 2 büyük kıymetli mevlûd tabağı, buhur, 4 tabak karanfil, pek çok mıkdarda Hindistan cevizi, sakız, tarçın, safran, misk sabunu, 15 şişe buhur suyu, 6 şişe çiçek suyu, 7 kâse tînimahtum, 3 tabla hurma, 6 tabak ağız miski, 15 tabak bâdem şekeri, 4 tabak âkide şekeri, 7 aded Kâbe Bardağı;
“Kılıçcılar: Sultan Gûrî’nin kılıçlarından duduburun, balık dişi kabzalı, kuşağı altın işlemeli gayet kıymetli tarihî bir kılıç;
“Bıçakcılar: 4 aded altın yaldızlı tırnak bıçağı, 4 balık dişi kabzalı, altın pervazlı İstanbul demiri mercan tepeli kalemtraş, 2 kıymetli bıçak;
“Kalaycılar: 1 gümüş buhurdan, 1 gümüş gülâbdan;
“Bitpazarı Esnafı: bunalrın düğünlerde hediye getirmeleri mûtad değildi, ilk defa bu düğünde hediye vermek şerefine nâil oldular: 1 Çift incili çizme, 1 çift incili filar;
“Kürkcüler: 2 tahta vaşak nâfesi, 13 tahta kaakum, 2 samur postu” (Seyyid Vehbi Sûrnâmesi’nin R.E. Koçu tarafından kısaltılmış baskısından).
Esnaf Tariklerinde, Loncalarındaki Vakıf Bakır Takımları — İstanbulda yüzyıllar boyunca esnaf tarafından kurulmuş Fütüvvet – Hirfet tariklerinin elinde bağış ve vakıf yolları ile hayli demirbaş eşyâ, bu arada bilhassa sini, lenger, kazan, tencere, sahan, tava, güğüm, ibrik, sıtıl, leğen, ibrik, tas, maşraba gibi pek çok bakır mutfak ve sofra takımları birikmişdi. Loncalar kurulduğunda bu bağışlar ve vakıflar devam etmiş, eski tariklerde bakır takımları da loncalara devredilmişdir.
Evliyâ Çelebi Kuyumculardan bahsederken, gençliğinde kuyumculuk zanaatını öğrenmiş olan Kanunî Sultan Süleymanın Kârhânesine (İmâlâthânesine, Tarikine) onbin sahan, beşyüz kazan ve tencere ve sair bakır kap kacak vakfettiğini yazıyor. Ünlü muharririn rakamları mübalâğalı olsa da esnaf zümrelerinden biri adına yapılmış vakıflara güzel bir örnekdir.
Fütüvvetnâmelerde tesbit edilmiş esnaf geleneklerince, çıraklıkdan kalfalığa peştamal kuşanan bir çırak oğlanın babası, velisi Tarik mutfağına bir sahan yâhud bir bakır tas, maşraba; ustalığa peştamal kuşanan kalfa da bir sini, tencere vesâire verirdi; bu bakır kapların münasib bir yerine de veren çırağın, kalfanın isimleri ile ustasının adı ve bağış tarihi kazdırılırdı; Esnafda zümresi tariki mutfağına bakır kap kacak vakfıdırlar, bu vakıf bakır âvaninin üstüne de vâkıfın adı ve vakıf tarihi kazılırdı. Bizim hurdavatcılar elinde rastladığımız bazı kaplardaki yazılar şunlardır:
Bir bakır maşrabada: “Berber İsmail bin Mehmed min şâkirdânı Berber Hasan Usta. Sene 1008 (1599-1600)”.
Bir sıtılda: “Vakfi Elhac Mustafa El-Üsküdârî, sene 1094 (1683)”
Nakışla ve 2 metre çapında büyük sofra sinisinin kenarında “Saraclar Kethüdâsı Kocafesli dinmekle mâruf Ömer Ustanın Lonca vakfıdır, sene 1224 (1809)”. Yüzü serâpâ çiçek nakışlı olan bu gayetle kıymetli bu bakır sini ayrıca yapıcısı olan Mehmed Usta adında bir bakırcı ustasının da adını taşıyordu.
Önceleri Tariklerin ve sonra Loncaların elinde toplanmış bu bakır takımları esnafın toplu olarak yapdığı mesîre gezilerinde, çırağa peştamal kuşatma veya çırak çıkarma törenlerinde verilen ziyâfetlerde kullanılırdı. Büyük saray düğünlerinde de, yüzlerce meydan sofrası kurularak pâdişah adına halka, esnafa ve askere verilen ziyâfetlerde esnafdan emâneten alınır kullanılırdı.. Esnaf Tarikleri – Loncaları tarafından yine düğünlerde halkdan ihtiyâcı olanlara da birkaç günlüğüne kirâ ile verilirdi.
Çoğu zamanlarının ünlü bakırcı ustalarının imzâlarını da taşıyan bu bakır takımları meşrutiyetin ilânında loncalar kapatılıp dağıtıldığında şunun bunun elined kaldı. Yerleri müze olaak büyük siniler, kahve güğümleri, aşure kazanları, kebab ve pilâv leğenleri gibi artık kullanılmayan bakır takımları da eritilerek mâdeni bahasına satılıp mahvoldu.
Hüsnü KINAYLI
Esnafın Kıyâfeti — Tanzimattan önceki toplum hayatımızda İmparatorluk halkı önce müslim ve gayrimüslim Müslümanlardan hemen ayırd edilmesi için gayri müslimin kıyâfeti serpuşdan pabuca tesbit edilmişdi.
İmparatorluğun Müslüman teb’ası da Askeriye, Mülkiye, İlmiye ve Esnaf – Avam olarak dört sınıfa ayrılmış, onlar içni de serpuşdan ayakkabısına varınca ayrı ayrı kıyâfet nızâmı konmuşdu; ve bu nızamı yüz yıllar boyunca dikkat edilmiş, riâyet etmeyenlerni tâkibi için tenbihnâmeler, fermanlar çıkmışdır.
Hicrî 1190 (M.: 1776; Abdülhamid I. Devri) tarihli nızamnâmeden.
“Uşak, hademe takımı, esnaf ve zanaat erbâbı bir zamandan beri devlet ricâline mahsus çeşidli kürkler, çiçekli kaftan ve entâriler giymeye başlamıdır. Esnaf ve zanaat erbâbı, kazandıkları para süslerine yetmediğinden işlerinde hîle ve ihtikâr yoluna sapmaktadırlar. Uşak ve hademe makulesi de para için hizmetinde bulundukları kimseleri tâciz eder olmuşlardı, çoğu bu süs belâsından borca girmişdir. Bundan böyle bu makulelerin samur, kakum, vaşak kürkler, Hind malı çiçekli kumaşlardan entâriler giymesi, Hind şalı kuşak kuşanması yasak edilmişdir. Bu makuuleler İstanbul şâlîsi, Ankara şâlisi, Bursa kutnusu ve Şam alacası kumaşlardan esvap giyecekler ve sardıkları kuşaklar Hama kuşağı olacaktır”.
Hicrî 1217 (M. 1803; Selim III. Devri) târihli nızamnâmeden:
“Bir müddetdenberi bir sefâhat düşkünlüğü başlamış ve herkes giyim kuşamda haddini tecâvüz etmişdir. Bundan böyle esnafdan ve avamdan olan kimseler kendileri için tesbit edilmiş kumaşlardan gayri kumaşdan esvap yaptırmayacaktır. Kabzaları mücevherli hançer ve bıçak kullanmayacaklardır. Herkes sınıfının kadimdenberi kıyâfeti ne ise o kılık ve kıyâfetde olacaktır, öyle ki, bir kimsenin esnafdan ve avamdan olduğu kıyafetinden derhal anlaşılacaktır”.
Bu kıyâfet tahdidi 15 şâban 1255 (3 kasım 1839) târihli Gülhâne Hattı Hümâyunu ile kalkmış, İmparatorluğun bütün tebaasının eşitliği ilân edilirken herkes, askerî ve mülkî üniformalar müstesnâ, dilediği kılık ve kıyâfetde dolaşmakda serbest olmuşdur.
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Creator
Osman Nuri Ergin, Hüsnü Kınaylı
Identifier
IAM100251
Theme
Folklore
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 10, pages 5314-5335
See Also Note
B.: Bekâr, Bekâr Uşağı, Bekâr Uşağı Nizâmı, cild 5, sayfa 2393; Dükkân, cild 9, sayfa 4807; B.: Külhan Beyleri; Riza, Külhanbeyi; B.: Sibyan Mektepleri, İlk Tahsil Mecburiyeti; Çırak Mektebi, cild 7, sayfa 3941; B.: Gedik; B.: Sadırâzam; İhtisab; Yeniçeri Ağası; Kolluk; Çorbacı, cild 7, sayfa 4098; Çardak Kolluğu cild 6, sayfa 3748; İstanbul Kadısı; Eyyub Kadısı; Galata Kadısı; Üsküdar Kadısı; Ayak Nâibi, cild 3, sayfa 1427; B.: Babacâfer Zındanı, cild 4, sayfa 1734; İplikhâne; Tersâne Zındanı; Boğazkesen Kalesi, cild 6, sayfa 2910; B.: Esnaf Ordu Alayları; B.: Cezayir Kesimi, cild 7, sayfa 3531; B.: Yeniçeri; Vak’ai Hayriye; B.: Esnaf, Ordu Esnafı; B.: Davudpaşa Sarayı, cild 8, sayfa 4308; Alay Köşkü, cild 2, sayfa 582; B.: Çöpcü, Çöpçüler, cild 8, sayfa 4122; B.: Uşak, Uşaklar; B.: Acemioğlanı cild, 1, sayfa 186; B.: Arayıcı Esnafı, cild 2, sayfa 970; B.: Ases, Asesler, cild 2, sayfa 1097; B.: Cellâd, Cellâd Ocağı, cild 6, sayfa 3426; B.: Seyis; B.: Bekci, cild 5, sayfa 2411; B.: Dilenci, Dilenciler, cild 8, sayfa 5472; B.: Cerrah, Cerrah Dükkânları, cild, 7, sayfa 3499; B.: Timarhâne; B.: Çiftçiler, cild 7, sayfa 3967; B.: Börek, Börekci, cild 6, sayfa 3085; B.: Değirmen, Değirmenciler, cild 8, sayfa 4348; B.: Dalgıç, cild 8, sayfa 4208; B.: Başcı esnafı, cild 4, sayfa 2175; B. Darbhâne ve Damga Matbaası cild 8, Sayfa 4235; B.: Arpa, Arpacı cild 2, sayfa 1049; Buğday, cild 6, sayfa 3096; B.: Çardak Emini cild 7, sayfa 3746; Çardak Kolluğu, cild 7, sayfa 3748; B.: Bedestan, cild 5, sayfa 2347; B.: Bıçak, cild 5, sayfa 2740; B. Dolama, c. 9, s. 4665; B.: Dülbend, c. 9, s. 4811; B.: Çadır, Çadırcılar, cild 7, sayfa 3638; B.: Debbağ, Dabbağhâne, cild 8, sayfa 4325; B.: Çinici Attarlar, cild 7, sayfa 4007; B.: Berber, cild 5, sayfa 2514; B.: Dellâk, cild 8, sayfa 4262; B.: Bedestan, c 5, sayfa 2345; B.: Atlas, Atlascılar, cild 3, sayfa 1303; B.: Dibâ, cild 8, sayfa 4544; B.: Dârâyi, cild 8, sayfa 4234; B.: Alacacılar, cild 1, sayfa 570; B.: Dimi, Dimiciler, cild 8, sayfa 4584; B.: Bez, cild 5, sayfa 2726; B.: Boğası, cild 5, sayfa 2846; B.: Aba, Abacılar, cild 1, sayfa 1; B.: Bitpazarı, cild 5, sayfa 2826; B.: Avratpazarı, cild 3, sayfa 1356; B.: Bedestan; B.: Akide Kolu, cild 1, sayfa 521; Ahmed Kolu, cild 1, sayfa 387, Baba Nazlı Kolu, cild 4, sayfa 1745; Cevâhir Kolu, cild 7, sayfa 3518; Çelebi Kolu, cild 7, sayfa 3812; B.: Mehterler, Mehterhâne; B.: Saray Düğünleri; Sûrnâme; Vilâdetnâme
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.